Türkiye’nin kurulduğundan beri bir çok olay yaşamıştır. Tek Partili dönem trajedileri, darbeler, muhtıralar, etnik kökenli ayaklanmalar, mezhebi ayaklanmalar savaşlar ve en önemlisi terör ile mücadele. İnanılmaz para harcamaları ile birlikte can kayıpları ve de göçler yaşandı. Tek partili dönem trajedilerine örnek verecek olursak Türk Müziği’ne olan yasaktı. Yasağı “Sanayi-i Nefise Encümeni”, yani “Güzel Sanatlar Komisyonu” 24 Ekim 1926’da koymuştu ve karar seneler boyu uygulanmıştı. Size şimdi belki tuhaf gelebilir: O senelerin Türkiye’sinde Türk Müziği’nin eğitimi yasaktı, hattâ devlete ait konser salonlarında bir Türk Müziği konserinin verilmesi mümkün değildi. Bu yasak 1976 senesinde kaldırıldı. Hatta Bu yasağı iptal etmek için İtri konseri vermek üzere Nihat Erim hükümetinin Kültür Bakanı Talat HALMAN’ı koltuğundan dahi edecek büyüklükte bir yasaktı. Belki bin yıllık kültürü dini ve bu çevrede yaşantısı olan bir milletin çektiği cefa öyle kolay anlatılacak bir hadise değildir. Buna benzer hadiseler trajikomik olarak değerlendirilir. Daha fazlası yukarıda saydığımız hadiselerde yaşandı. Bir daha yaşanılır mı? Umarız bir daha yaşanmaması…
Sisteme ve sistemin bütünlüğüne sahip olmak var olmanın ve varlığı sürdürmenin temel şartlarındandır çünkü sistemi olmayan bir varlığın/yapının geleceğini devam ettirmesi çok zordur. Toplum söz konusu olduğunda bu kavram genellikle toplum veya hukuk düzeni olarak ifade edilir. Hukuk düzeni ise büyük ölçüde insan davranışlarının disipline edilmesini ve bir ölçüye bağlanmasını gerektirir. Bunun için bazı sosyal kontrol araçlarına ihtiyaç vardır. Bu anlamda örf-adet, ahlak ve hukuk kuralları etkin araçlardır. Ancak sosyal gelişmeye ve değişmeye bağlı olarak örf-adet kurallarının yetersiz kalması ya da global gelişen yeni etkileşimlerden dolayı ahlak kurallarının dikkate alınması ya da daha çok sübjektif bir karakter taşıması nedeniyle özellikle günümüzde hukuk kuralları, toplumsal düzeni sağlama açısından daha baskın sosyal kontrol araçları konumuna yükselmiştir.
Ömer Hayyam’ın dediği gibi adalet evrenin ruhudur. Kutsal Kitabımız Kuran-ı Kerim de Nahl suresi 90. Ayette ise Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. Adalete devletin kurumsal mekanizması içersisinde ya da kendi umum çevremizde ne kadar önem vermemiz gerektiğini bir çok söylem ve tecrübeler ile açıktır.Hangi devlet olursa olsun kendi içinde adalet mekanızması ne kadar güçlü olursa o devletin bir geleceği olur.Dolayısıyla adaleti daha iyi yerlere taşımamız için en önemli kazanımımız dinimizin adalet konusunda ki emrettikler ve bin yıllık devlet tecrübeleri olduğu açıktır.Bu bizi geleceğe inşa etmemiz açısından yada ülkenin geleceği açısından çok önemli bir basamaktır.
Başarılı olmak isteyen kimsede organizasyon yeteneği bulunmalıdır; çünkü hiçbir nehir kaynağından yukarı akmaz, hiçbir iş, başında bulunan adamın seviyesinden yukarı çıkamaz. Vehbi KOÇ’un kurumsallaşma noktasında söylediği bu söz firmaları ilgilendiren bir söylem olsa bile Devlet nezdinde de kurumsallaşmanın ne kadar önemli oldupunu ifade eder.Geçmiş tarihte bir çok imparatorluklara inceleyecek olursak öncelikle kendi içlerinde ki adalete ne kadar önem verdiği daha sonra kurumsallaşmaya ne ölçekte yukarıya çektiklerine bakmak lazım.Her kurumun kendi içerisinde devletin belirlediği kanunun dışarısına çıkmadan denetleyerek üst seviyede iş yapabildiği hiç kimsenin kendi alanının dışına çıkmadığı ve dolayısıyla kalitenin ve liyakatın esas olduğu sistemin şeklidir.Bugun en önemli örneği Amerikadır.Devlet başkanı değişse bile sistemin içerisinde kaldığı sürece herhangi bir yönetimsel proplemler olmaz olamaz.Türkiye için en önemli yukarılara çıkmak için basamak olarak değerlendireceğimiz bu iki basamak bunlardır.önümüzde ki dönem Kurumsallaşma ve Adalet noktasında iyi adımlar atılabilirse 2053 ve 2071 planlarını daha iyi kurabiliriz. Kurmalıyız da…
Yorumlar
Kalan Karakter: