Komünist Rusya’ya karşı Afganistan’da mücahitleri (o zamanki ismi ile) desteklediği ancak daha sonra ‘El Kaide’ oluşumunu başararak daha sonraları düşman ettiği bilinen bir gerçektir. Daha sonra Suudi Arabistan’dan Afganistan’a gönderdiği Usame Bin Ladini kimsenin görmediği bilmediği şekilde öldürdüğü, bir dönem gazeteler çıktı. Yine hiç kimsenin ne şekilde yaşadığı ya da ne şekilde öldüğü belli olmayacak şekilde gazete sütunlarından düşüp ismi unutulan Ebu Bekir el Bağdadi de yine aynı şekilde öldü. Bir hicaz köylüsü olan Muhammed bin Abdul Vahap ismini de o zamanki güçler tarafından İslam dini ile hiç alakası olmayacak şekilde siyasi nüfus elde edip halkı o zamanki Osmanlıyı topraklarında çıkarmak için kullandığı bir gerçektir. En yakın zaman da Amerika’da yaşayan bir vaizin Türkiye de darbe teşebbüsüne karışması ya da Pakistan da aynı organizasyonla kadrolaşan ve Kanada da yaşayan Tahir Kadrinin de sonunu aynı şekilde olması paralel organizasyondur. Bir taraftan ılıman İslam bir taraftan radikal İslam diğer taraftan da demokratik İslam söylemleri ile gerçek İslam’ın yaşatılması ya da toplum üzerinde olumlu etki bırakmasının önünü keserek batının kendi icat ettiği sistemin kutsanmasını önünü açmaktadır. Bu projeleri daha da çok genişletebiliriz
Türkiye de durum farklı mı? Farklı değil tabi ki Bir dönem laiklik dayatması ile başı kapalı insanları üniversiteler girmesi engellenmiştir. Ya da sosyoloji birçok vaka her zaman mütedeyyin, maneviyatçı, mukaddesatçı dindar insanların önüne engel olarak çıkarılmış ne dinlerini yaşayabilmiş ne de dini anlatabilmişlerdi. Peki bu kesimin desteklediği kişiler iktidar olunca ne değişti? AK parti iktidarın da bu kesim için gerçekten çok güzel imkanlar tanındı. Engellenen birçok şey ortadan kaldırıldı. Eğitim ve Askeriyenin önü açıldı. Bürokrasi de dindar insanlar yer almaya başladı her şey çok güzel iken neden son zamanlar da başta Nevzat TARHAN olmak üzere dindar kesimin içerisindeki insanlar, Dindar Kesimi eleştirmeye başladı. Bunun üzerinde ciddi düşünülmesi gereken bir durum. Ünlü Fransız düşünür Roger GARAUDY’nin söylemi gerçekten çok mühimdir. Diyor ki Bundan 300 yıl kadar önce de Müslümanlar namaz kılıyordu şimdi de kılıyor.300 yıl önce dünyaya hakimdi şimdi ise sürünüyor. Namazda bir değişiklik olmadığına göre Müslümanlarda bir değişiklik var. Gerçekten batılı bir göz ile yapılan analiz dikkate değerdir. Üzerinde durulması gereken ve de uzun uzun düşünülmesi gereken bir durumdur.
Tabii Bütün suç Müslümanların da değildir. Yıllarca entegre edilmeye çalışıldığı bu batılı sistemin gereği olsa gerek ki ne Müslüman olup manevi değerlerle hareket edebiliyor ne de batılı olup bu minval de yaşayabiliyor. Bu olayı en güzel Uğur MUMCU özetliyor diyor ki "vatandaş, İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, alman ceza mahkemeleri usulü yasasınca yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir." Sözü belki bu ülkedeki sıkıntıyı analiz edebiliyor. Ancak din de haram olan bir şeyi neden muhafazakâr kesim helalleştirmeye çalışarak hem kendini hem de çevresini bozar?
Muhafazar kesimin manevi olarak besin kaynağı din ise dinin emrettiği gibi yaşamalı onun haram dediklerin uzak helal dediklerine de yakın olmalı. Namaz kılıp rüşvet yememeli, hacca gidip Kamu malı üzerinde oturmamalı, Haramları helalleştirmemeli. Âmâ maalesef bunların üstüne koyarak daha kötü şeyler ile karışılabiliyoruz. İçi boş sadece çerçevesi belli bir din görüşü var. Hacca gidildiği zaman günahların sıfırlandığı, Rüşvet alırken ya da verirken hissedilmeyen, Kamu malına oturduğunda anlaşılmayan, Namaz kılıp her türlü günahların işlendiği bir anlayış. Hatalı geliştirilmeyen ve Allah’ın razı olmadığı bir din anlayışı. Bu yanlış anlayış ta tarihin bu milletin omuzlarına yüklediği ilahi misyonun yapılmasında önemli bir arıza oluşturuyor. Elalemden tedirgin olmak değil de el alim den tedirgin olsaydı bu millet ya da haydan gelen huya gideri haramdan gelen harama gider şeklinde değildi her daim canlı olan (el-hay) Allah'tan hu ‘ya gitmek (hu Arapça o demektir yani Allah) şeklinde anlayabilmiş olsaydı bu millet yani en azından entelektüel bir derinliği olsaydı abdestli namazlı haram yiyenler çıkmazdı.
Peki ya çözüm nedir? Çözümü Nurettin TOPÇU ‘VAR OLMAK’ kitabında vermiş
Cemiyeti yoğuracak ruh ne bir sihirbazın ruhudur ne de Gordion’daki düğümün üzerine kılıcını indiren kahramanın ruhudur. O bir halaskârın zafer neşesiyle sarhoş ruhu olmadığı gibi kara kaplı, kaba cüsseli kitapların üzerine eğilen bilgiçlerin ruhu da değildir. Taklit mayası onu yoğuramayacağı gibi itham ve inkâr mayası da onu yoğuramaz. O ruh bize kaybolan benliğimizi bulduracak. Bin nedametle nihayet anladık ki dünyada belki her şeyi bulmak kolay, kendini bulmak zormuş. Kendimizi nerede bulalım? Kendi dışımızda nereye koştuksa gurbette kaldık. Kendimize nasıl koşalım? Bize bir aydınlık, bir rehber lâzım, diyorlar. Her tarafı, her zerresi rehber olan, her ciheti aydınlıkla dolu âlemde tek aydınlık, bir rehber arıyoruz.
Cemiyeti yoğuracak ruh, eski Asya’nın hikmetiyle Kur’an’daki ilhamı kendinde birleştirdiği halde, Garbın dört asırlık ilmine hayran, zihniyetine sahip, felsefesine aşina olacak Anadolu dervişinin ruhudur.
Yorumlar
Kalan Karakter: