Son zamanların modası her şeyde büyük, daha büyük ve en büyüğü aramak.
Bize bir zamanlar “küçüğü” olmaya can attığımız ve zaman zaman da “olduk” sanarak pek ziyade sevindiğimiz Amerika’dan ithal olsa gerek bu hastalık.
Biz böyle değildik.
İnsan ölçekliydi her yaptığımız; insanı ezen değil insanla bütünleşen ve insanı ortaya çıkaran ölçülerdeydi yapıtlarımız.
Kendi kültürümüzden koptukça kendi ölçülerimizi de kaybettik.
Her şeyimizi irinin ve kocamanın heybetine kurban vermeye başladık.
En büyük bina tutkumuz şimdilerde camilerimize sıçramaya başladı. Yakın zamana kadar en büyük yarış konumuz olan yüksek minareyle yetinmiyoruz artık.
Mimar Sinan’dan daha büyük cami yapmak gibi hem akıl almaz hem akla ziyan bir gayretkeşliğe soyunuyoruz.
Bu devirde Mimar Sinan’ın yaptıklarından daha büyük cami, daha büyük medrese, daha büyük köprü, daha büyük hastane yapmak marifet değil. Marifet onun eserlerinden daha uyumlu, daha zarif, daha işlevsel ve çağından ileri eserler ortaya koyabilmektir.
Onun kendi çağının teknolojisinin çok önüne çıkan mühendislik bilgisine yetişmek ama ondan da önemlisi onda ve onun çıraklarındaki eserin çevreyle ve kendisiyle uyumunu yakalayabilmek.
Kısacası altın oranı ortaya koyabilmek!
Zor olan budur ve bugünün sanatçısını yükseltecek olan da işte bu zor olandır.
Çamlıca Camii'nden sonra Sinan'ın doğduğu toprakların Şehr-i Emin'i de soyunmuş bu gayretkeşliğe ve Sinan'ın eserlerinden daha büyük bir cami yapmak için ihale yapmıştı hatırlarsnız.
Hemi de ülkenin ve kentin yokluğun, yoksulluğun pençesinde kıvrandığı bir dönemde 1 Milyar Lira dolayında para harcayacaktı, Recep Tayyip Erdoğan Millet Bahçesi'nde yaptıracağı Camiye.
Sanırım gelen tepkiler üzerine bu proje askıya alınmış.
Kayseri'yi, Türkiye'nin ün yüksek katlı binaları ile donatmak da aynı kafanın ürünü değil mi?
Geçenlerde bir mühendis dostumla konuşurken “Niye hep iriden, kocamandan yanayız” diye sordum.
“Küçük olanı inşa etmeyi, küçükteki estetiği yakalamayı beceremediğimiz için büyük olanı tercih ediyoruz. Estetikteki kusurlarımızı büyüklüğün heybetinde gizliyoruz” dedi.
Prof. Dr. İlber Ortaylı toplum olarak 'ölçüyü kaybettiğimizi' söyler. Ölçünün kaybolması sadece mimaride söz konusu değil, hemen her alanda geçerli bir hal.
Sayın Cumhurbaşkanının, Başbakanlık makamı olarak inşa ettirdiği, sonra kıyamayıp Cumhurbaşkanı olarak kendisinin yerleştiği, adına da Aksaray denilen yapı.
Valilerin, Kaymakamların, kamu kurumlarının bu iktidar döneminde inşa ettirdikleri görkemli yapılar, lüks ötesi makamlar.
Göcekteki mütevazi yazlığın saraylaştırılması.
Ahlat'ta yaptırılan saray bozması yapılar.
Devlet zevatımızın sahip olduğu uçak filoları.
Daha yüzlercesini sayabileceğimiz örnek.
Bunlar, yakalandığımız toplumsal büyüklük hastalığımızın dışa vurumlarıdır, yansımalarıdır.
Bu durum bana, Osmanlı Padişahlarının Yahudi tefecilerden aldıkları borç paralarla inşa ettirdikleri görkemli sarayları hatırlatıyor.
Millet olarak vakit geçirmeden aklımızı başımıza almalı, bu büyüklük hastalığının, üstesinden gelmeliyiz.
Unutmayalım. Şaaaşa, kibir gibi illetlerin dışa vurumudur bu büyük merakı.
Bu kibir hastalığının bulaştığı toplumlar iflah olmaz, yok olur.
Hem, kaldı ki, kibir taslayacak konumumuzda yok.
İnsanlarının kahır ekseriyeti açlık, neredeyse 4'te üçü yoksulluk sınırının altında yaşayan bir toplumun nesine büyüklenmek, büyüklük hastalığına yakalanmak.
Ancak maalesef, duruşumuzdan bakışımıza, susuşumuzdan konuşmamıza kadar taban tabana zıt olan hallerimizde bile aşırı bir ölçüsüzlük var.
Kendi değer ölçülerimizin insan ölçekli mütevazı ama sağlam sınırlarına çekilmedikçe; kendi geleceğimizi sağlam temellere oturtmamız söz konusu olamaz.
Denge ve uyum; büyüklükten daha önemli ve daha gereklidir.
Yorumlar
Kalan Karakter: