Otobüste ya da tramvayda yolculuk yaparken şöyle bir etrafınıza bakının. Muhtemelen sizin bakışlarınızı fark edip bu bakışlardan kaçmaya çalışan birkaç kişiye rastlamanız oldukça mümkün. Tabi eğer bu kişi sizi tanımazlıktan gelmeye çalışan bir yakınınız değil ise.
Eğer böyle birine rastlamadığınızı düşünüyorsanız bu tip kişileri fark edebilmek için diğer bir yolu deneyin: Bu kişileri, iş ya da arkadaş ortamınızda kendisine yöneltilen önemsiz bir soruya karşı dakikalarca kendini savunurken görebiliriz. Bahsi geçen kişiler genel olarak diğer insanlar ile iletişim kurduğu süre zarfında oldukça tedirgin görünürler. Bu tedirginlik, iyi maskelendiği takdirde fark edilmeyebilir. Çünkü bizler sözel olmayan ifadeleri çoğu zaman görmezden geliriz. Ancak bu maskeleme anlık onay cümleleri ve olumlu yaklaşımlar sonucunda kısa süreliğine oluşmaktadır.
Diğer insanlar ile birlikteyken yaşadıkları bu tedirginlik öylesine benliklerinin bir parçası haline gelmiştir ki yaşanan o tedirginliği ‘korku’ olarak adlandıramazlar. Savunmasız kalkmaktan korktukları için, ölüm-kalım savaşı veriyormuşçasına yaşanan bu duygudan genellikle en yakınlarına bile bahsetmezler. Hatta kendileri de çoğu zaman bu durumun farkında olmazlar. Birilerinin kendisi ile ilgilendiklerini fark ettiklerinde bu duygu daha da artar ve kendilerinden utanır hale gelirler. Örneğin, bir durum hakkında düşüncesini belirtir ancak ardından suçluluk duygusu hissedebilir. Belirttiği düşüncenin mantıklı olduğunu diğerlerine açıklamak için kendini savunmaya geçer, orta da bir saldırı yokken. Tüm enerjisini gereksiz yere kendini savunma amacıyla kullandığından kendisinde var olan potansiyeli harekete geçiremez ve kendi kapasitesinin altında bir etkinlik gösterir. Ayrıca bu tip kişiler çelişkilerden beslenmektedir. Örneğin kendisine değer verildiğinde bundan hoşlanır ancak bir yanda bu değere layık olmadığını düşünür. Diğer bir yandan kendisine değer verilmediğini düşündüğünde aslında değerli olduğunu ancak diğer insanlar tarafından fark edilmediğini düşünür.
Bu duyguları yaşayan kişilerin çocukluk dönemlerine bakıldığında, kısıtlayıcı, cezalandırıcı, reddedici ve tutarsız ana-baba tutumlarının varlığı görülmektedir. Bu tutumların ortak yönü sevgi ve saygıdan yoksun oluşlarıdır. Çocuk, kendisine hak ettiği şekilde davranılmadığı ya da anne-babasının bir uzantısı oluşunun göz ardı edildiği durumlarda kendini çaresiz ve yalnız hisseder. Dünyada kurdukları ilk iletişim çocuğu kucaklayıcı değil aksine tek başına bırakmaya
yöneliktir. Bu durumu yalnızca davranışsal olarak değil çoğunlukta psikolojik olaraktır. Bir babanın tek görevi çocuğu okula bırakmak ya da ona çikolata almak değildir. Bir çocuk anne babasının varlığını, duygularını paylaştığında, ebeveyninin haklı nedenle yaşadığı üzüntüyü yok sayıp bertaraf etmek yerine yaşadığı üzüntüye eşlik etmeyi seçtiğinde hisseder.
Sonuç olarak çocuk bireyleşme sürecinde bir takım engeller ile karşılaşmakta ve kızgınlık duymaya başlamaktadır. Ancak bu kızgınlık, varolan desteğin de kaybedilme korkusuyla açıkça yaşanamaz. Bu bastırılan duygular zamanla düşmanca duygulara dönüşmeye başlar ve artık hayatında yalnızca anne ve babası yoktur. İçinde sakladığı ve kendisinin de bilincinde olmadığı düşmanca dürtülerden kaynaklanan korku, suçluluk ve değersizlik duyguları, ileriki yaşamında çevresindeki tüm insanlara yönelik olarak yaşanmak üzere yerleşir.
Belki birer anne babayız belki de olma yolundayız. Çocuklarımızın olumlu duygular kadar olumsuz duyguları da yaşamaya ihtiyacı olduğunu unutmayalım. Birey olması için her istediğine evet diyorum, saygı duyuyorum derken çocuğunuzu bir başınıza bıraktığınızı göz ardı etmeyin. Çocuklar belirli kurallar çerçevesinde kendi hallerine bırakıldıklarında özgür ve güvende hissederler. Bizler dünyaya bir çocuk getirmiyoruz, bir insan getiriyoruz. Önceliğimiz her zaman saygı ve sevgi olmalıdır. Biz onların duygularını kontrollü bir şekilde yaşamasına izin vermeliyiz ki çocuklarımız ilerde gurur duyabileceğimiz bir kişiliğe sahip olsun.
Huzurlu olun, mutlu kalın.
Psk. Ayşe Nur SÖNMEZ
Yorumlar
Kalan Karakter: