Hepimizin kitaplarda yer alacak ve makalelere konu olacak bir ana şahitlik ediyoruz. Kolay bir süreç değil ve fazlasıyla da yıpranıyoruz. Bu süreçten, önce sağlığımızı koruyarak daha sonra ise zihnen en az hasarla atlatmaya bakmalıyız. Bu sürecin sağlık yanının yanında bir de diğer boyutu, zihnimizin yorgunluğu var… Umarım en az hasar ile başta ülkemiz olmak üzere süreci minimum hasarla atlatabiliriz. Bu tarz kriz dönemlerini doğal olarak sıfır hasar ile atlatmamız mümkün değil. Önemli olan hasarı minimum düzeyde tutabilmek. Kriz yönetimlerinin de amacı aslında budur. Hasarı minimum düzeyde tutmak ve gelişen olayları kontrol altına almak. Hayatımızda da bazen kriz dönemlerine rastlıyoruz. Bu kriz dönemlerini iyi yönetebilmek kendi elimizde. Kriz anları da yaşanmadan önce illaki geleceğini haber veriyor. Geleceğini hissettiğimiz an önlemleri alma mecburiyetindeyiz. Yoksa krizi kontrol altına alamaz ve başarısız oluruz. Kriz anlarının kilit noktası; problemleri olduktan sonra çözmek değil, problemi önceden tespit etmek ve önlem almak. Bir taşı görüp, ona takılıp düştükten sonra mı yerinden kaldırmalıyız yoksa taşı gördükten sonra yerinden kaldırıp öyle mi yolumuza devam etmeliyiz? Oluşabilecek problemleri tespit edip, gerekli tedbirleri almak zorundayız. Diğer bir önemli nokta ise; problemleri tek başımıza görmemiz mümkün değil! Farklı düşünen, hayata bakış açısı farklı olan, olaylara yaklaşımı fark yaratan kişiler ile bu problemler tespit edilebilir. Aynı düşünen 10 kişilik bir grubun göreceği problemler maalesef aynıdır. Çeşitliliğin kriz yönetiminde daha başarılı olduğu düşüncesindeyim. Şu an bizim durumumuz maalesef problemleri olduktan sonra çözme tarafında… Bu ise bizi sürekli hatalara sürüklüyor. Eğer bir fikir, bir problem önleme düşüncesi gerçekten yerinde ve güzel bir tespit ise sırf bunu bizim gibi düşünmüyor, farklı bir taraftan geldi diye reddetmemiz mümkün değil. Ortak akıl bunun için vardır. Dinleme mecburiyetindeyiz. Dinlemek zorundayız. Kulaklarımızı kapatıp tek bir tarafa yoğunlaşamayız. Mecburuz. Her şeyi tek başımıza çözebilmemiz, tüm problemleri tespit edip önlem almamız çok zor. Kriz dönemlerini ancak birlikte atlatabiliriz. Bugün yaşanan küçük bir hadisede bile iki kutba ayrılıyoruz. Toplumumuz fazlasıyla kırılgan bir hale gelmiş bulunmakta. Bu kırılganlığı şu an çözebilecek olan politikacılarımızdır. Biz bir araya gelip bu kırılganlığı atlatmamız mümkün değil çünkü sıkı bir taraftar olmuş durumdayız. Klasik bir laf vardır ya, takım tutar gibi parti tutuyoruz. Her şey gelip geçici. Bir gün her şey elbet sona eriyor. Önemli olan sona eren süreci nasıl geçirdiğimiz değil mi? Bu ülkeye, bu dünyaya ne verdik? Sadece almakla mı yetindik, hiçbir şey üretmeden gittiysek durum biraz kötü. Biz bu ülkeye borçluyuz. Bizim için fedakârlık yapan insanlara karşı borçluyuz. Bu kriz dönemlerinde olduğundan çok birbirimizi dinleyip, hatalarımızın üstünü birlikte kapatmalıyız. Her olayda ikiye ayrılıyoruz, her konuda zıt iki kutba çekiliyoruz. Her konu hakkında konuşmak zorunda değiliz, bilmediğimiz, anlamadığımız, yorum üretemediğimiz konular illaki oluyor. Neden her şey hakkında yorum yapıyoruz? Taraf olma gibi bir zorunluluğumuz yok.
Yazıma sayın M. Serdar Kuzuluoğlu’nun çok sevdiğim/beğendiğim bir tweeti ile sonlandırayım: “Karşınıza çıkan her şeyi savunmak ya da karşı çıkmak zorunda değilsiniz. Bazı şeylerin sizin için hiçbir şey ifade etmemesine izin verin. Bırakın küçük dağlar yerinde dursun.”
Yorumlar
Kalan Karakter: