Birkaç yazımda ara ara bu konuya değinmiştim. Birbirimizi dönüştürmeye çalıştığımıza. Kendi fikirlerimizin doğru olduğuna o kadar çok eminiz ki, aksine bir fikir ile karşılaştığımız vakit bulunduğumuz ortamı terk etme gereksiniminde bulunuyoruz. Sürekli bizi destekler nitelikte arkadaşlarımız ile vakit geçirmeyi seviyoruz. Aslında birbirimizin düşüncelerine uyan arkadaşlarımız olması gayet doğal, zaten anlaşmak buradan geliyor fakat burada bahsettiğim temel nokta fikirlerimiz. Yani bir durum, olay veya politika karşısında gelişen fikirlerimiz. Önceki yazılarımın birinde pergel metaforuna değinmiştim. Sabit belirli çizgilerimiz olup, pergelin açısını geniş tutmak. Biz o pergelin açısını daralttıkça daraltıyoruz ve kendi fikirlerimizin en doğru olduğunu savunuyoruz. Ne yazık ki bu biraz Türk siyaset kültüründe de mevcut. Siyasetçilerimiz kendi fikirlerini tartışmaya açık dahi bulmadan en doğrusunu bu olduğunu savunuyor. Bir durumu/olayı etkileyen birden fazla faktör mevcut ve bu faktörlerin olasılığını hesaplamak imkânsız. Bu fikrin/politikanın doğru sonuç getireceği konusunda nasıl bu kadar emin olabiliyoruz bilmiyorum. Şöyle diyebiliriz tabi; bu politikaları inandırmamız gerekiyor ki faaliyete geçsin. Gayet rasyonel bir davranış. Fakat her rasyonel davranışın sonucu faydalı mı? O ayrıca tartışmaya açık bir konu. Fikirlerimizin doğruluğu ve birbirimizi dönüştürmeye çalışmanın zararlarını ileride kesinlikle göreceğimizi düşünüyorum. Çeşitliliği azaltıyoruz. Demokrasinin bir gereği çok sesliliğin olması elzem bir konu. Biz tekdüze bir sistemin olmasını ve herkesin bizim gibi düşünmesini istiyoruz. İnsanlar yaradılıştan farklı iken nasıl olurda bizim gibi düşünmesini bekleyebiliriz? Her konuda kesin ve keskin görüşlerimiz mevcut. Değişmiyor, yenilenmiyor. Yıllarca aynı fikirler üzerinde dönüp duruyoruz. Belki de bunun sebeplerinden birisi az okuyor oluşumuzdur. Ya da sürekli kendi görüşlerimize dair okumalar yaptığımızdandır. Örnek veriyorum şu an bir sağ ideoloji temelinde yetişen bir genç temel olarak Necip Fazıl’ı dilinden düşürmez ve bir adam etrafında sürekli döner. Yanlış anlaşılmak istemem, altını çizmekte fayda var: Necip Fazıl’ı eleştiremem buna yetecek kadar okumam veya bilgi birikimim yok. Problem sadece Necip Fazıl’ı okuyarak fikir dünyamızın tamamlanacağını sanmamız. Marx okuyunca komünist, Locke okuyunca liberal olmuyoruz. Okumaktan korkmamamız gerektiğini düşünüyorum. Aslında buradan şu sonuca varabiliriz: sürekli kendi fikir dünyamıza ait eserleri okuyoruz ki kendimizi muhafaza edip değişime direniyoruz. Başkalarını da bizim gibi düşünmeye itiyor ve değişimlerini zorluyoruz. Bize doğru değişimlerini zorluyoruz, bizim gibi olmalarını istiyoruz. Herkes tek bir makineden çıkmış gibi olsun, herkes aynı şeyi yiyip aynı şeyi giyip aynı şeyi düşünsün. Gayet güzel.
Herkes, her konu hakkında başkasına, değerlerimize ve vurgulayarak söylüyorum devletimize zarar vermediği sürece istediğini düşünebilir ve öyle yaşayabilir. Dönüştürme mecburiyetinde değiliz. Zaten şurada 75/80 yıl arası yaşıyoruz, onda da birbirimizle uğraşıyoruz. Boş verin.
Yorumlar
Kalan Karakter: