Ben de bu hafta yoğun gündemin arasına sızan ve yıllardır masada kimilerince bir koz gibi bekletilen Ayasofyaʼnın ibadete açılması tartışmalarına kayıtsız kalamadım ve bu güzide yapının tarihçesini sizler için derledim.
Ayasofyaʼnın yapımına Bizans imparatoru I. Justinianus emriyle 532 yılında başlandı. Aslında daha önce de Ayasofya isminde iki yapı daha vardı fakat bunlar yıkılmıştı. O zamanın şartlarına göre 5 yıl gibi kısa bir sürede, çeşitli tapınaklardan getirilen sütunlar ve malzemelerle inşaat tamamlandığında ortaya dünyanın en büyük mabedi çıkmıştı. Hatta 537 yılındaki açılışta, İmparator I. Justinianus, Süleyman peygamberin efsanevi mabedine atıfta bulunarak, ‘Seni yendim Süleymanʼ demiştir.
Aradan gecen yıllarda çok defa tadilat işlemi gören Ayasofya, dördüncü haçlı seferi sırasında yağmalanmıştır. İçinde bulunan Hristiyanlar için kutsal emanetler ve altın gibi değerli madenlerden yapılan süslemeler çalınmıştı.
1261ʼde tekrar Bizans kontrolüne geçtiğinde harap haldeydi.1453ʼde Fatih İstanbulʼu fethettiğinde fethin sembolü olarak derhal Ayasofyaʼyı camiye dönüştürdü. İlk minare de onun döneminde inşa edildi. 16.yüzyıla gelindiğinde Mimar Sinan tarafından yapılan restorasyon sonucu yapı son derece sağlam hale getirildi. Cumhuriyet döneminde ise 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile Ayasofyaʼya müze statüsü kazandırıldı.
Ayasofya İstanbulʼun en fazla turist çeken merkezlerinden biri. UNESCO tarafından ise Dünya Mirası Listesiʼne alınmış Türkiyeʼdeki 18 miras alanından biri. Son alınan karar sonucu muhtemelen bu iki özellik değişiklik gösterecek. Oysa Ayasofya, atlattığı onca badireye rağmen sapasağlam ayakta ve hangi statüde olursa olsun tüm dünya vatandaşlarını insanlığın ortak mirası olarak etkilemeye devam ediyor.
Bakalım önümüzdeki yıllarda Ayasofyaʼnın kaderi daha nasıl şekillenecek.
Yorumlar
Kalan Karakter: