Hikayenin kahramanı, 10 Haziran 1893 doğumlu Amerikalı bir siyahi aktris, Hattie McDaniel. Onu özel kılan yanı ise Oscar kazanan ilk siyahi oyuncu olması.
Hattie, 13 kardeşin en küçüğü olarak Kansas’ta doğdu. Ebeveynleri ‘serbest bırakılmış’ siyahi kölelerdi. 1931’de oyuncu olmak hayaliyle iki kardeşinin yanına, Hollywood’un kalbinin attığı Los Angeles’a taşındı. Burada geçinmek için ütücülükten bulaşıkçılığa kadar birçok işle uğraştı. Genellikle evin hizmetçisini oynadığı küçük roller buldu. 1935’de ilk kayda değer rolünü Çin Denizleri (China Seas) filminde oynadı. Bu filmde daha sonra hayat boyu arkadaş kalacağı ve kendisini daima destekleyecek olan ünlü oyuncu Clark Gable ile tanıştı. Ve takvimler 1939’u gösterdiğinde talih onun yüzüne gülecekti. Hiç de umutlu olmayarak seçmelerine katıldığı Rüzgar Gibi Geçti (Gone With The Wind) filminde Dadı (Mammy) rolüne layık görüldü. Bu büyük bir sürprizdi zira Dadı rolü için çok fazla talip vardı. Hatta öyle ki dönemin First Lady’si Eleanor Roosevelt bile o rol için kendi hizmetçisini önermişti.
Hattie McDaniel, Güney’in ve köleliğin çöküşünü anlatan destansı Rüzgar Gibi Geçti filminde o kadar hayranlık uyandıran bir oyunculuk sergiledi ki, Amerikan Film Akademisi onu En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ına layık gördü. Oysaki Hattie, filmin galasının gerçekleştirildiği salona bile siyahiler alınmadığı için sokulmamıştı. O zaman dostu ve bu filmde de rol arkadaşı olan Clark Gable galayı boykot ederek Hattie’ye destek olmayı düşündüyse de, Hattie onu galaya katılması yönünde ikna etti.
Dahası Hattie, aday olduğu Oscar törenlerinin gerçekleştirildiği otele de aynı sebepten alınmak istenmemişti. Neyse ki bu kez filmin yapımcısı David O. Selznick’in ayak diretmesiyle Hattie salona girebildi. Ona eşiyle birlikte oturması için herkesten uzak, duvar kenarında bir masa düşünülmüştü. Ve sıra ödülü almaya geldiğinde Hattie gözlerinde yaşlarla sahneden konuklara şöyle seslendi: “Bu, hayatımın en mutlu anlarından biri ve bu ödülü almamda payı olan herkese teşekkür etmek istiyorum. Kendimi çok mütevazı hissettirdi. Gelecekte yapabileceğim herhangi bir şey için daima onu bir yol gösterici olarak kullanacağım. Kendi ırkıma ve sinema endüstrisine her zaman itibar kaynağı olacağımı umuyorum. Kalbim o kadar dolu ki, size nasıl hissettiğimi söylemek çok zor. Teşekkür ederim diyebilirim ve Tanrı sizi korusun.”
Hattie 26 Ekim 1952 günü uzun süredir mücadele ettiği kansere yenik düştü. Son arzusu Hollywood Mezarlığına gömülmekti. Fakat o zamanın Amerika’sında insanların gömüleceği mezarlıklar da ten rengine göre ayrıldığı için bu arzusu gerçekleşmedi. Howard Üniversitesi’ne bağışladığı Oscar plaketi de borçları nedeniyle haciz edilmekten son anda kurtuldu.
Bugün biz 21. yüzyıl insanları, geriye dönüp Hattie’nin hikayesine baktığımızda olanlara inanamıyor, ‘bu kadar da olmaz,’ diye düşünüyoruz. Ve nasıl ki o zamanlar insan onurunu savunanların mücadelesi boşa çıkmadıysa bugün de ayrımcılığın her türlüsüne karşı eşitliği haykıranların ulu gayretinin nafile olmadığını biliyoruz.
Yorumlar
Kalan Karakter: