Gençtik. Umutlarımız kadar heyecanlarımız da vardı. Uzaktaydık. Yalnızlıklarımızı kapatacak dostlara ihtiyacımız vardı. Ya aşk? Uzun, yoğun ders saatleri, laboratuvar uygulamalarından geriye kalan zamanlarda ders çalışmak çay içmek sohbet etmek. Haftaboyunca böyle bir yaşamımız vardı. Hafta sonu olunca ev ile telefon ile görüşmek için saatlerce PTT de beklemek, temizlik, çamaşır yıkamak, ütü. Yani aslında yaşamda kendimize ait çok zamanımız kalmazdı. İçimizden birisi bu işleri bir kenara bırakır, yemekleri son dakikada gelerek yetiştirir, ders çalışmaz ve eve geç gelirse anlardık ki birisi var. O birisi kim ? diye sorulmazdı. Beklenirdi anlatsın diye. Anlatana kadar sabırla beklenirdi. Bu anlatma çoğunlukla bir rakı sohbeti ile olur. Herkes eteğindeki taşları döker. Ağlanır sızlanır gülünür ama o akşamın sabahında her şey değişirdi. Bu birliktelik aynı sınıftan bir kız ise gurubun içine dahil olur, guruplar değişir, kızgınlıklar küs kalmalar olur, zaman içinde her şeye alışılır hayat akar giderdi.
Son birkaç haftadır eve geç geliyordu. Zeki bir öğrenciydi. Ekstra her türlü bilgi ile boğuşur hiç sınavda çıkmayacak konular için bile günlerce çalışırdı. Sınavda çıkmayınca “oğlum merak etmeyin kesin finalde çıkacak” derdi. Son birkaç haftadır daha ütülü giyiniyordu. Harç borç yeni bir blazer ceket almıştı. Gömleğini yıkıyor ütülüyor, gece geç saate kadar yatmıyordu. Merak ediyorduk, okulda takip ediyorduk ama bir kanıt yoktu. Hepimiz bir aşk hikayesi olduğunu biliyorduk. Yemek listesine itiraz etmesin diye listeyi değiştirdik bir hafta kadar izin verdik. Hiç dinlemedi bizi teşekkür etmedi. Başını salladı gülümseyip çıktı tekrar evden.
Gece yarısı büyük bir gürültü ile uyandık. Kapıyı yumrukluyordu birisi. Açtık o. Çok sarhoştu. Yerlerde sürünmüştü her yeri çamur içerisindeydi. Yeni aldığı ceket yırtılmış sökülmüştü. İçeri aldık. Bağırıyor, ağlıyor sağa sola yumruk atıyordu. Korku ile gözlerine baktık. Uyuşturucu değildi alkol kokusu uzaktan hissediliyordu. Küçük odaya aldık. Gürültü az duyulsun diye. Yalvarıyorduk susması için. Biz konuştukça daha yüksek bağırıyordu. Üzerindekilerini çıkarmak istedik yumruk savurmaya tekme atmaya başlamıştı. Sabrımızın sonuna geliyorduk.
Bir bardak su vardı birinin elinde sussun diye yüzüne döktü. Bir an durdu hayat. Ardından tekrar küfretmeye ve tekme savurmaya başladı. Bir bardak su daha yine anlık bir suskunluk. Tekrar bir bardak daha. Bize saldırıyor kendimizi korumaya çalışırken o sürekli bize çarpıyor ve bu yüzden dayak yiyordu. Artık bardakla değil tencere ile döküyorduk suyu. Bir an susuyor ve saldırıyor saldırdıkça kendini yaralıyordu. Ne kadar sürdü bilmiyorum. Yere oturdu. Ağlamaya başladı. Ellerindeki kanı izledi. Sustu. Üzerindekileri çıkardık. Banyoya soktuk. Yıkadık. Kuruladık. Pijamalarını giydirip yatağına yatırdık. Gözlerinden iki damla gözyaşı süzüldü. “çok sevdim ya ne yapayım” dedi. Uyudu.
Etrafı topladık. Temizlik yaptık. Uykumuz kaçmış moralimiz çok bozulmuştu. Hiç konuşmadan oturduk bir süre. Kendi aşklarımızı düşündük. Geldiğimiz şehirleri. Geçmişte kalmış, uzakta kaldığı için soğumuş acılarımızı. Yüreklerimizi yakan yalnızlıklarımızı, şu gök kubbede o kadar içtendi ki o yıllarda aşık olmak. Geçmişte aşk sadece görerek konuşarak ve mektup kenarlarına konulan küçük kalplerdi. Uzun zamanların hayali, tüketmek değil yaşamak ve paylaşmaktı. Adam olmak, kadın olmaktı. Uzun süre konuşmadık. Belki ilk kez kimse iyi geceler demeden yattı.
Sabah bizim meşhur amfide ders başladı. Onu uyandırmamıştık. Öğleye doğru İngilizce dersi için girdik amfiye. İnsel Hoca çok uzun yıllar TRT de çalışmış sert yüzlü ve kuralcı bir adamdı. Yabancı dil hazırlık sınıfı okumuştuk ama o bilimsel bir gramer ile ders anlatıyordu. Ders büyük bir tören ile başlar İnsel hocanın belirlediği hız ile devam eder ve biterdi.
Dersin ortasında amfinin kapısı açıldı. İçeri o girdi. İnsel Hocaya hiç bakmadan yürüdü arkada bir sandalyeye oturdu. Hoca bozulmuştu. Bir şey söylemeden derse devam etti. Birkaç dakika sonra hızlı bir telaffuz ile bir cümleyi tamamladı döndü eliyle onu gösterdi. “Yes Please” dedi. O sandalyeden kalktı. Temiz ve akıcı bir İngilizce ile uzun bir cevap verdi. Hepimiz çok şaşırmıştık. İnsel Hoca gülümsedi. Eli ile otur işareti yaptı derse devam etti. Yanımda oturan arkadaşımın kulağına eğildim, “aşk nelere kadir. Demek dayak yemeyi göze almak demekmiş aşk” dedim.
Günler sonra o küçük odada ayak üstü içerken anlattı bize aşkını, nasıl başladığını? Nasıl bittiğini? Ağladı ağladık. Küfretti küfrettik. Sabah olduğunda biz unutmuştuk ama o uzun aylar bu acı ile yaşadı. Orhan veli okuyordum o yıllarda o şiirlerden ağlıyordum. Okudu biliyorum. “ağlasam sesimi duyarmısınız mısralarımda” bu şiiri okudu, uzun aylar boyunca ağladı biliyorum. Zaman geçti acılar tahammül edilebilir oldu. Hayat kaldığı yerden devam etti. O uğruna dayak yenilen aşk bir yürek sızısı olarak kaldı.
Dr.Koray TOPÇU
Yorumlar
Kalan Karakter: