(Hep birileri için başlamıştık paylaşmaya ama istemeden verdikçe biz, kırdılar bizi.)
Kayseride ilkbahar çok güzel olurdu o yıllarda. Sokaklar canlanır, tezgahlar bollaşır, büyük şehirlerden ziyaretler başlar, dükkanlarda çıraklar daha bir neşe ile başlarlar güne, güneş kirli ve silik sokakları aydınlatır ağaçlar renklenir çiçekler balkonları süslemeye başlardı. Bizim için yavaş yavaş yılın sonuydu. Dersler biter sınav koşturmacası başlardı. Son birkaç sınav ve dışarda değişen hava nedeni ile tembellik. Bitmek bilmez bir heyecan ile eve dönüşün hayali demekti ilkbahar.
Birinci yıl sonuna gelmiştik. Ders geçme sistemi ile başlamıştı yıl. Birde bilgisayar dersi eklenmişti. İtiraz dekanlıkta oturma eylemi bilgisayar dersini kaldırtmış ve bu başarının sarhoşluğu ile eklenen fazladan iki dersin farkına varamadan senenin sonu gelmişti. Generallerin kurduğu YÖK’ün başkanı İhsan Doğramacı ve ekibi üniversitelerde tüm kuralları değiştiriyor, atamalar görevden almalar büyük bir hızla sürüyordu. Profesörlüğe yükselme şartı olarak anadolu’da bir üniversitede çalışma şartı konmuştu. Tanımadığımız hocalar geliyor bir iki ders anlatıyor ve bir daha görünmüyorlardı. Bizim vefakar hocalarımız bu şehirde yaşamaya ve bizimle hekimliği yaşatmaya devam ediyorlardı.
Onca hoca geldi geçti. Tek hatırladığım Dr. Meliha Terzioğlu dur. Tek bir ders anlattı. Tek bir ders ama hayatımı değiştirdi. Tıp eğitiminde her şeyi nokta nokta harf harf öğrenebilmek için uzun ezberler gerekir sanıyordum. Oysa o ders bana bir bütün olarak bakabilmeyi öğretti. Eğer bir konuya bütüncül olarak bakabilirseniz tıbbın daha kolay anlaşılabildiğini kavradım o derste. Birde Meliha hoca konusuna o kadar hakim ve güzel anlatıyordu ki büyük bir sessizlik içinde dinledik o dersi. Ben meslek hayatım boyunca o dersin etkisi ile değerlendirdim hastalarımı. Öğrenemediğim hiçbir konuda yorum yapmadım öğrendiğim ise o konunun tamamı oldu hep.
Son iki sınav kalmıştı geride. Hepimiz planlarımızı yapmıştık. Otobüs biletleri alınmış, yolculuklar planlanmıştı. Sınıf dersanesinde geldik sınav için. Duvarda duyuru camekanı. Herkes başına üşüşmüştü. Ne olduğunu anlamaya çalıştım. Mehmet döndü. “Biyokimya için fazladan bir yazılı ve sözlü sınav eklemişler baba” dedi. “Nasıl ya dedim hani bitmişti sınavları?” “Valla bilmiyorum baba” dedi. Şaşkındık. Bunun biten bir maratonun yeniden koşulması gerek olduğunu anladığımızda aslında hayatın tecrübesine bir zincir daha eklenmişti. Kızgın moral bozuk sınava girdik ve hızlıca evimize döndük.
O hafta fazladan bir kimya sınavına daha çalıştık. İçilen sigaralar, çay bardaklarının içinde kalan tütün, uykusuzluklar. Nedenini bilmeden eklenen iki sınava çalıştık. Önce yazılı sınava girdik zordu yorucuydu aynı gün öğleden sonra pratik sınavı yapıldı. Benim sınavımı yapan asistan çaresiz ve hiddetliydi. Bu sınava kızgınlığı vardı belliki. Hızlıca iki soru sordu. “Tamam çıkabilirsin” dedi. “İyimi abi”dedim. Göz kırptı. Çıkarken eğildim kulağına “abi neden olduk biz bu sınavları”dedim. “Birilerinin sınıf geçmesi için iki tane yüz alması gerekiyor”dedi. Duyduklarımı anlayamamıştım. Dışarı çıktım. Bir sigara yaktım hızla içtim. Birileri sınıfta kalmasın diye sınava girmiştim. Sınavım kötü geçmemişti. Ama ya kötü geçseydi? Beynim karıncalanmıştı. Mehmet geldi yanım “baba nasıl geçti”dedi. “İyi” dedim. İçim daralmıştı. “Mehmet biz bu sınava birileri iki yüz alsında sınıf geçsin diye girmişiz”dedim. “O ne demek babam” dedi. “Asistana sordum öyle söyledi.”dedim.
Birinin iki tane yüz alması için yapılan sınavın sonunda birisi gerçekten iki tane yüz aldı ve dersi geçti.Bu iki sınav nedeniyle kırkbeşe yakın arkadaşımız sınıfta kaldı. Belki bundan biz ve bizden bir sonraki sene mezun olanlar hep bir sınıf gibi olduk. Fakat kabul etmek lazım ki o sınıf hep bizden daha iyi daha başarılı ve daha iyi arkadaştılar.Hiçbirimiz belkide bundan Kayseri’de ilkbaharı hiç sevemedik. Benim için hep hüzün oldu ilkbahar.Oysa biz zaten paylaşmaya gelmiştik buralara. Hep birileri için başlamıştık paylaşmaya ama istemeden verdikçe biz, kırdılar bizi. Her okunan senenin sonunda sanki o ilk yılda olanlar tekrar olacakmış gibi bir hüzün ile vedalaşıp ayrıldık Kayseri’den. Biz iyi çocuklardık, başarılıydık, zekiydik bizi birbirimizden koparacak şeyin adil bir yarış olduğunu biliyorduk. Şimdi ilerleyen yaşımla bakıyorum ki aslında hiç adil değilmiş bizim yarış. Arkadaşlarımızdan bazıları akademik sebeplerle bazıları dini tercihlerle bazıları bir takım derin ilişkilerle meğer aslında hep korunmuşlar.Adalete olan inancımız ve mesleğe olan inancımız kör etmiş gözlerimizi görememişiz.
İki yüz alan kim mi? Ne önemi var. Önemli olan başaran değil, bu nedenle kaybeden değil mi? Bir sene fazladan okuyanlar, bir sene nedeniyle hayatları sonsuza kadar değişenler bile affetmişlerdir sanırım onu. O nedenle adının önemi yok artık. Önemli olan galiba en önemli olan yitirdiğimiz şeyin adalet olması. İşte bizim kuşak için adalet, o nedenle hava kadar su kadar önemli. Bizim arkadaşlığımızda işte bu sebeple en önemli kural adalet ve güvendir.
Dr.Koray TOPÇU
Yorumlar
Kalan Karakter: