“Sana diyeceğim şu ki küçüğüm,büyüme! Hayat seni de mahveder”
Soğuk Kayseri kışında bizim evin boruları donmuş olunca banyo yapmanın iki yolu kalırdı geriye. Aslında bir yol daha vardı ama onu anlatsam mı bilemedim. Birinci yol evde su ısıtmaktı. Sobanın üzerinde bir güğüm olurdu hemen yanında da bir çaydanlık. Camiye gidilir birkaç kova su alınır dönülür ve son kişi yıkanana kadar su taşınır ve bu su ile güğümdeki su ılıtılır öyle banyo yapılırdı. Eğer su kesik değil ise asıl zevkli banyo oydu çünkü şofben yakılır banyoda odun ateşinin çıtırtıları bol su ile banyo yapmanın zevki.
İkinci yol hamama gitmekti. O yıllarda birkaç tane hamam vardı Kayseri de ama en bilineni selahattin hamamıydı. Selahattin hamamı Keçikapı’daönünde bir benzin istasyonu etrafında surlar ve eski evler arkasında karanlık ama içi tertipli düzenli ve temizdi. Hamam’a ismini veren ve işleten “Selahattin” Kayseri’de bilinen biriydi. Eski usul hani şu Türk filmlerindeki kabadayılardan birisiydi. Kendisini iki kez gördüm ikisinde de ağır oturaklı bir adamdı. Yüzünden eski zamanların çizgileri, elinden gümüş bir tesbih ağzından da sigara eksik olmazdı. Sakindi, herkesi dinler ve yanındakilere kısa emirler verirdi, gergin ve tebessümü eksik yüzünün arkasında yaşanmışlıkların ve acıların hüznü olurdu her daim. Ağır adam olmak, kimsesiz kalmak kolay değildir bilirim gençliğimde anlamamıştım ama tek başına isen hayatta yüreğin soğur, şimdi bilirim.
Selahattin Hamamın’dan içeri girince bolca buhar rutubet ve sabun kokusu gelir. Kirli sakalları ile tellaklar bağıra çağıra konuşurlar,peştemalları ve sırtlarında rengi sararmış havluları ile müşteriler hamamın sofasında oturup ayranlarını, sodalarını içerlerdi. Eski, düğmeleri kırık bir radyodan hafif bir müzik gelir hamamın akustiği ile çay kaşıklarının, konuşmaların, tellakların bağırışları davudi sesler olur küçük pencereleri olanhamam tavanına buhar gibi yapışırdı.
Peştemalimizi, havlumuzu, sabunumuzu, alıp bize verilen odaya girerdik. Soyunur peştemali sarar vücudumuza hamama girerdik. Göbek taşı ortada, etrafında mermer kurnalar, içerde, nefesi yakan buhar sıcağı. Bir kurnanın yanına oturulur, ilk kir yunulur sonra göbek taşına uzanılır ve terleyerek kirlerden arınılırdı. Göbek taşında tellaklar ellerinde balon gibi köpüren peştemallar ile müşterileri yıkar, masaj yapar, gürültülü espiri yapar, yüksek sesli hikayeler anlatırlardı. Bizim paramız olmazdı çoğunlukla tellağa verilecek başkalarının yıkanmasını imrenerek seyrederdik. Bizim paramız olmazdı çoğunlukla arada çıkıp gazozdu çaydı içemezdik ama hamama gidip evimize döndüğümüzde kendimizi arınmış ve çok huzurlu hissederdik.
Selahattin ile iki kez karşılaştığımı söylemiştim evet iki kez. İlkinde hamamın sofasında çay içerken hamamda birayı çok kaçıran ve çokça sarhoş bir müşteriyi olanca sabır ile hamamdan çıkarırken ikincisi ise istasyon caddesinde emniyet müdürü arabasına ceza kestiği için atına binip at ile gezerken. İkisinde de birkaç dakika konuşmuştuk. Ben onun o kalabalık içinde başkaldıran yalnızlığını hiç unutmadım.
Sular donduğunda banyo yapmanın bir yolu daha vardı başta söylemiştim. O yıllarda üniversitenin dersliklerindeki genel tuvaletler birde hastanenin tuvaletlerinde devamlı sıcak su olurdu. Çalışan kat temizlikçileri, belki bilerek belki bilmeden belki de abdest almak için erkek tuvaletlerinin birine yerden üç beş santim yüksek bir tahta ızgara koyarlardı birde hortum. Bizim gibileri orada çok zorda kalınca banyo yapar tıraş olurdu. Sıcak su ve tıraş olmanın temizliği biraz erken de gelsek okula inanılmaz mutlu ederdi bizleri.
Kayseri’de bizler yokluk ile savaşırken o kadar çok şey öğrendik ki mesela yalnızlığın insanı nasıl kavurduğunu, kalabalık içindeki yanlızlığın nasıl acılı bir şey olduğunu, arkadaşlığın değerini, sıcak bir çorba, kuru bir ayakkabı çatısı akmayan bir evin değerini. Şimdi bu öğrendiklerimiz sayesinde çok daha iyi koşullarda yaşıyoruz belki ama aynı heyecanla değil. Büyümek hızla kirletiyor düşlerimizi.
Dr.Koray TOPÇU
Yorumlar
Kalan Karakter: