Yine ortasında bir talaş sobasının olduğu o küçük kulübede telaşlı bir koşturma vardı. Sabah tıp eğitiminin ikinci yılı. Herkesin elinde sıcacık bir çay birde elmalı kurabiye. Uzun ayların özlemi ile gülüşmeler, dedidokular. Elbette aramızdan ayrılanlar ya da yeni dahil olanlar. O yıllarda generaller üniversitede devamsızlıktan atılan tüm öğrencilere af çıkarmıştı. Bizim sınıfımıza eklenenler olmuştu. Bunun merakı. Birde yine eğitim sistemini değiştirmişti fakülte. Ders geçme yerine yeniden zaten bizim ekolün alamet-i farikası olan komite sistemi yeniden kabul edilmişti. Toplantı salonuna gitmeden sınıf anfimize gittik. Hiçbir şey değişmemiş. Sadece boyanmış, birkaç sandalye değiştirilmiş. Yeni bir slayt makinası ve yeni bir ses sistemi alınmış. Sınıf direktörü ayrıntılı bir sunum yaptı. Komite sistemini anlattı uzun uzun baraj derslerinden söz etti. O yıllarda okuyanlar bilir ama size anlatmam lazım. Komite sistemi bütünleşik bir eğitim sistemiydi. Örneğin kalp ise konu o komite içinde kalbe ait tüm derslerde sadece kalp anlatılırdı. Kalbin anatomisi, hücre biçimi fizyolojisi,patolojisi,hastalıkları ve kalp ile ilgili laboratuvar pratikleri. Baraj konusuna gelince bu derslerin içinde en önemli olan üç dört dersin sınavda sorulan sorularının en az yarısını doğru yapmak zorundaydınız. Yoksa baraj altında kalan her yanlışınız bir doğruyu götürüyordu.
Bizim eğitimimizin en önemli üç sınıfından birisiydi ikinci sınıf. Bu sınıfın en önemli derslerinden birisi ise anatomiydi. İyi Latince bilirseniz inanılmaz kolay olan bu ders, latince bilmeyince çok zor ve çok sinir bozucu oluyordu. Anatomi hocası direktörden sonra söz aldı. Eğitim amaçlı yeterince kemik olmadığı için geçen sene zorluk yaşandığını ama bu sene yeterince kemiğin bulunduğunu bu sene dönüşümlü olarak eğitim amaçlı ile ödünç kemik verileceğini söyledi. Ziya ile göz göze geldik gülümsedik. O kemiklerin nasıl bulunduğunu bir başka bölümde anlatacağım sizede. Anatomi hocası ayrıca kütüphaneye bir takım kemik konduğunu söyledi. Bu satırları okurken içinizden geçeni anlayabiliyorum. Evet sıradan insanlar için hiçbir anlam ifade etmeyen ya da mide bulandıran tiksindiren şeyler bizim eğitimimizin olmazsa olmazı oldu hep. O kemiklerin üzerindeki her bir çıkıntı, her bir çukur ya da iz, günler süren ezberler, hayat boyunca bir hastalığın tanımlanmasında önemli oldu. Hastalarımız kaka yapınca idrar çıkarınca mutlu olduk hatta şerefine yemekler ısmarladık. Acil servislerde yüzümüz ellerimiz kan içerisinde hayat kurtardık. Ameliyat masalarında uyuduk. Kusan hastaların kenarında yemeklerimizi yedik.
Diğer bir çok ders için yeterince teksir kütüphane de vardı. Ama anatomi farklı bir dersti. Bir tıp öğrencisinin üç şeyi olur okul boyunca. Beyaz önlüğü, stetoskopu ve anatomi atlası. Aslında bu üç şey bir öğrencinin dönüşümünün, evrimleşmesinin köşe taşıdır. İlk başta beyaz önlüğü vardır. Çok yakışır öğrenciye. Bir daha hiçbir zaman öğrencilikteki kadar çok yakışmaz. Tıp mesleğine hoşgeldiğini gösterir. Sonra anatomi atlası. Bu atlas uzun geceler boyunca uykusuzluk demektir. İnsan üzerinde çalışmanın şakası olmadığını, çok çalışmak gerektiğini gösterir.Son olarak stetoskop. Artık bu mesleğe hazır olmak hastaya dokunabilmek anlamına gelir.
Sabah komite ders listeleri dağıtıldı. Laboratuvar grupları belirlendi. İlk dersler hızlıca sadece anlatılmış olmak için anlatıldı. Öğle yemeği için yemekhane sırasında ramazan bir masaya oturmuş kitaplarını dizmişti masanın üstüne. Yemeği yedim. Aklımda anatomi atlası. “Vay Koray abimm” dedi Ramazan. Masada bir çok kitap vardı. Birde anatomi atlası. “abim şimdi Atlas’ın bir Türkçe basılısı var iki cilt, birde İngilizce olanı var o üç cilt İngilizce olanı daha ucuz. Üç taksit yaparız. Düşünürsen ismini yazayım. Bu hafta gelir kullanırsın”dedi. Fiyatını sordum. Söyledi. Cebimdeki parayı babamın durumunu düşündüm. Çok pahalıydı o yıllarda bu atlas. Almanya’da basılırdı. Çok kaliteli bir kağıdı vardı. Kitabı basanlar bir hekimin ömür boyu kullanması için olabildiğince sağlam üretmişlerdi. Atlası elime aldım sayfalarını karıştırdım yüzüme yeni basılmış kitap kokusu çarptı. “Parama bir bakayım sana haber veririm Ramazan” dedim. “Tamam abim bekliyorum”dedi.
Kitabın taze kokusu burnumdan gün boyunca gitmedi. Akşam olur olmaz telefon yazdırdım. Saat geç olmuştu. Anam heyecanlı bir ses ile açtı telefonu. Durumumu sordu yediğim yemeği, içtiğim suyu. Hızlıca cevapladım. Babamı istedim verdi. Anlattım dakikaların yettiği kadar kitaptan bahsettim. Babam “anladım oğlum hallederiz dur bakalım”dedi. Süre bitti. Telefon kabininden çıktım.yüreğim sıkışıktı. İsyanım gözlerimden akıyordu. İnsanın imkansızlığı çok acıtır insanın kalbini. Karda sokakta kaldığım gün geldi aklıma. Sildim gözyaşımı. Hacı ustaya gittim. Çorbamı içtim yemeğimi yedim. Kalktım yürümeye başladım sokakta. Kayseri kışa hazırlanmaya başlıyordu yavaş yavaş. Çek çeklerde çuval çuval patates ve soğanlar taşınıyordu evlere. Teneke ile yağ alınıyor, un çuvallarını eve taşıyordu çıraklar. “Gerekirse kütüphanede çalışırım. Ne yapalım yani? Benim olması lazım değil. İnsan istesin yeterki yapamayacağı şey yok” dedim kendi kendime. Bacaklarımdaki güç ve gurur arttı aniden. Adımlarım beni evime götürdü.
Evde herkesin meselesi anatomi atlası oldu o gece. Hayaller kuruldu. Benim için hayal bitmişti. Alacak param yoktu. Çözümde bulunmuştu. Sabah aceleci adımlar ile kolumuzun altında büyük sipiralleri olan bir kareli harita metod defteri rengarenk kalemler ile otobüse bindik. Anfi hızla doldu. İlk ders zili çaldı. Patoloji ile hızlı hızlı not tutmaya başladık. Öğle yemeğinde Ramazan gördü beni. “Abim yazayım mı? İsmini” dedi. “Yok Ramazan ben sana söylerim” dedim. “Ama kalmaz sonra abi” dedi. İçim sıkıştı biraz. “Canın sağolsun” dedim.
Akşam eve gitmeden tekrar PTT ye uğradım. Üzülmüştür bizimkiler gerek kalmadığını söylerim diye yazdırdım telefonu. Şans işte hemen bağladılar telefonu. Anam açtı. Zaman çok kısıtlı olduğu için hızlı konuşurduk o yıllarda. “Anacım nasılsın? Ben iyiyim. Dün bir kitap istemiştim babam söylemiştir. Şimdilik çok ihtiyacım kalmadı. Babama söyle üzülmesin” dedim. “Oğlum” dedi anam “Türkçesini bulamadık. Çok aradı baban. Kardeşinde çok koşturdu. İngilizcesini buldular. Otogarda baban otobüse verecek yarın alırsın.” Gözlerim doldu, dudaklarımda “sağolun anacım sağolun babama ve kardeşime selam söyle öpüyorum”dedim. Kulübeden çıktım. Kendimi tutamıyor ağlıyordum. Kayseri’nin rüzgarı vurdu yüzüme. İçimde tarifsiz bir gurur neşe heyecan. İçimde tarifsiz bir acı hüzün. İçimde tarifsiz bir ben gittim geldim. Oturdum otobüs durağına. Balıkçılar yavaş yavaş tezgahlarını açıyorlar. Karpuzcular son karpuzları ucuz satmaya çalışıyordu. Balıkçıların tezgahlarının kenarına yerleşiyordu kediler. Sokakta aceleci adamlar, vitrinlerde takılmış kalmış kadınlar. Şehir yeni iklime alışıyordu. Anatomi atlasımı almıştı babam onca yokluğa rağmen. İnsan vücudunu çizmişlerdi atlasta. “Keşke” dedim kendi kendime “sevmeyi çizerek anlatabilecek atlaslar olsa”
Öğle arasında otogara gidip aldım kitapları iki cümle not. Kardeşim yazmış. Anam kenarına bir nazar boncuğu eklemiş. Ben o atlasları hiç yanımdan ayırmadım. O gün kapladım naylon ile, aynı kapla koruyorum. O atlasa her dokunduğumda anamın, ailemin onca yokluğa rağmen benim arkamda olduğunu, hayal edilirse olacağını, onun olmamasını göze alabilirsen onun değerini senin belirleyebileceğini hatırlarım.
Yorumlar
Kalan Karakter: