O sene okulda dersler çok yoğundu. Tiyatroda da işler büyüyordu. Konservatuvar eski binasından belkide Anadolu’da ilk defa mimarisi sadece sanat olan bir konservatuvar binasına taşınıyordu. Hemen her hafta yeni binanın inşasını geziyor büyük hayaller ile uykuya dalıyorduk.O sene planlanan oyunlardan birisi Dinçer Sümer’e aitti. O yıllarda bir oyunu oynamak için yazarına bir mektup yazılır ve izin istenirdi. Hemen tüm yazarlar amatör topluluklara bu izni sorun çıkartmadan verirlerdi.
Dinçer Sümer o yıllarda Ankara Devlet Tiyatrosunda rejisörlük yapıyordu. Adresine ulaşmak için birkaç defa Ankara’ya adam gönderince merak etmiş, bizimle tanışmak istemiş. Rejisörlüğünü yaptığı oyun Kayseri’ye turneye gelince görüşmek istediğini söylemiş. “Oyununu oynamamızda sakınca yok” demeyi de unutmamış. Bu haber bize ulaşınca çok sevinmiştik. Ama o yıl onun oyununu oynamaktan vazgeçtik. Büyük bir heyecan ile turne gününü beklemeye başladık.
Kışın sonlarına doğru Dinçer Sümer’in turnedeki oyunu Kayseri’ye geldi.Oyundan birkaç gün önce dekorlar kostümler eski moda üstü kapalı bir kamyon ile geldi. Sahne Sorumlusu arayıp buldu beni. “Dinçer beyden mesaj bu” diye bir mektup tutuşturdu elime. Açtım hızlıca okudum.Oyun için geleceği tarihi ve saati yazmış tren ile gelecekmiş. Şaşırmıştım. Tren uzun sürerdi ve çok yorucu bir seyahatti. Onu gardan almamızı kibar bir dille rica ediyordu. O akşam prova öncesi bu konuyu konuştuk aramızda, planlar yaptık yemeği bile planladık.
Akşam puslu soğuk ve kirli bir akşam garda iki park kanepesi üzerinde uzun bir bekleyişin ardından tren acı acı düdüğünü çalarak perona yanaştı.Buhar ile solgun ışığın birbirine karıştığı sarı kahverengi lokomotifin önünde başı dışarıda makinist solgun yüzü ile karşılaştık ilkin. Ardından her bir kompartmanın kapısında uykudan sıyrılmaya çalışan vatmanlar. Tren gürültülü fren sesi ile durdu. Merdivenlerden önce sepetler, çuvallar sonrada yolcular indi. Kahverengi kaşe bir pardesü vardı üzerinde elinde küçük bir çanta ve bir gazete. Saçlarında Kayseri’nin soğuğu, yüzünde meraklı bir tebessüm.
Gardan çıkarken birbirimiz ile tanışmıştık. Oyunculardan birisinin arabasına doluştuk. O yıllarda tek tük iyi otel vardı Kayseri’de. Bunlardan birisinden önceden yeri ayrılmıştı. Otelin önünde durduk, lobiye girdik. Uykulu otel görevlisi gülümsemeye çalışarak işlemlerini yaptı. Anahtarı verdi. Dinçer Sümer “tamam canım kalsın önce arkadaşlarla konuşalım alırım.Sadece odaya öncelikle istediğim şeyler vardı onları temin ettinizmi?” Dedi. Otel görevlisi önündeki evraklara baktı “hocam saat yirmidört gibi hazır olacak merak etmeyin”dedi. Birbirimizin yüzüne baktık anlamadık. Yıllar sonra birisi bize bu öncelikli temini anlatınca uzun süre kahkahalar ile gülmüştük.
Lobide oturduk uzun uzun. Çay ve Kayseri ketesi eşliğinde tiyatrodan, oyunculuktan tiyatronun geleceğinden söz ettik. Önce uzun uzun dinledi. Sonra tren yolculuklarını neden tercih ettiğini anlattı. Babası trenyolcuymuş. Çocukluğu istasyonlarda geçmiş. Sabah tren ile uyanıp gece tren sesiyle uyutulan çocukluk yılları. Büyük bir heyecan ile çocukluğuna dönüp anlattı. Trenlerin kirli ışıklarından,kömürlü lokomotiflerden kirli paslı bir çocukluktan yani. Sonunda “ben bu trenler sayesinde okudum adam oldum bundan trenlerde yolculuk etmekten vazgeçmem. Ahdevefa deyin geri kafalılık deyin ama böyle” dedi. İçimizde bir şeyler kırıldı. Vefalı olmak güzel bir şey bir kez daha ezildik kelimelerin altında. Bilemezdik ki zahiri görüntü diye bir şey varmış hayatın derinliklerinde.
O gece yarısı ayrılıp evimize dönerken damağımızda eskimiş çay tadı, gönlümüzde imbiklenmiş bir tiyatro söyleşisi kalmıştı. Öğle buluşmak üzere dağıldık. Öğlen şehir tiyatrosundaydık. Salon muammalı bir çalışmanın sonrasında var olan temizlikhuzurunu yaşıyordu. Ama kuliste öyle. Kuliste birkaç yeni oyuncu ve makyöz dışında kimse yoktu. Kostümler askılarda, aksesuarlar tahta kutularda zamanını bekliyordu. Dinçer bey de yoktu. Uzun uzun oturup beklemek yerine otele gitmeye karar verdik. Lobide bekledik biraz müsait değilmiş görüşemedik.
Oyun öncesi kulise geldiğimizde koşturmaca başlamıştı. Rejisör bir kenarda kahve içiyor, oyuncular son düzeltmeleri yapıyordu. Herkesin yüzünde bir bıkkınlık,sadece işini yerine getirmenin heyecansız ruh hali. Dinçer Bey yerinden hızla kalktı saatini kontrol etti “verin bakalım zilleri başlayalım. Daha çok işimiz var yahu”dedi. Yanımızdan hızla geçerken döndü baktı yüzüme “e gençler hadi çıkalım salona oturup keyfimize bakalım.” Dedi. Terkettik kulisi. Salon sıcaktı koltuklar tama yakın dolu önde şehrin ileri gelenleri. Rejisör için en önde ayrılmış koltuğa oturdu Dinçer bey. Öncesinde birkaç kişi ile selamlaştı. Son zil çaldı. Salonda ışıklar karardı, fonda oyunun müziği başladı sonra ışıklar yandı ilk çığlığı ile tiradın oyun başladı. Ben galiba hayatımda ilk kez o sahnede olamamanın üzüntüsü ile bir koltuğa gömüldüm.
Yorumlar
Kalan Karakter: