“Bir yiğit gurbete gitse, gör başına neler gelir. Garip sılayı andıkça, yaş gözüne dolar gelir.”
Her şey bir akşam üstü başlamıştı. Kayseri’ye elimde bir bavul içinde üç beş parça eşya ve hayallerimle yola çıkmıştım. İlk sene bitmiş, hazırlık sınıfını geçmişti. Artık tıp fakültesi birinci sınıfına başlıyordum. Yaz aylarımın büyük kısmı boyacılık yaparak geçmişti. Bu ilk sene yeterince tatil yapamamıştım.
Oysa gençlik yıllarımın en güzel anıları tatilde olurdu. Çünkü biz ailece Murat 124 arabamızı tıka basa doldurur, çadırımızı arabanın tavanına yükler, Davutlar ’da bir milli kamp vardır; “Kalamaki” o kampın hemen yanında bir arsada on beş yirmi aile çadırlarımızı kurar kamp yapardık. Biz genç erkekler bir gün önceden giderdik o arsaya. Arsa denize yirmi otuz metre mesafede, kenarında bir kuyu, kuyunun yanında iki akasya ağacı ve tek göz odalı bir ev bulunan bir yerdi. Otobüsten yol kenarında iner bir saat kadar yürür arsaya ulaşırdık. Arsa genellikle kıştan sürülmüş ve kesekli olurdu. Elimizde kürekler çapalar her zaman aynı komşulukların getirdiği alışkınlıkla zeminler düzeltilir arsanın biraz uzak bir köşesine derin iki çukur kazılır ve orası tuvalet olacak şekilde düzenlenirdi. Bu düzenleme işi akşama kadar sürerdi. Akşam kumsalda yemeğimizi yer, yanan ateşin kenarında gülüşür, şakalaşır ve uyurduk. Uyku; temiz bir gece karanlığında, yıldızları seyrederek ve ara ara artıp azalan dalga sesiyle gelirdi. Sabah üzerimize yağan çiğ üşütür, güneş çıkana kadar közlenmiş ateşi yeniden güçlendirir kenarında gün ışıyana kadar tekrar uyurduk.
Öğleye doğru birer ikişer arabalar arsanın yanına yanaşır, imece usulü ile malzemeler indirilir, çadırlar belirlenen yere kurulurdu. Erkekler işlerini bitirir ve denize giderler kadınlar çadırları süpürür yemekleri yapar, akşam hava kararmaya başladımı her çadırın yan direğine birer tüplü lüks ışığı asılır neşeli akşam yemekleri, ikramlar tokuşturulan kadehler rakı kokusu gece yarılarına kadar sohbetler ve ilk gece sessizlik ve serinlik içinde son bulurdu.
Bu orta direk tatilde gençlerin birbirleri ile sohbet etmek, oyunlar oynamak, utangaç bakışmalar, platonik aşklar dışında çok şansları yoktu. Her sene bir kez bir tekne kiralanır tüm kamp sakinler doluşup o tekneye sahilleri gezerdik. Bir kez de Kalamaki kampının içi gezilirdi. Onun dışında sabah geç uyanmak, bütün gün yemek hariç denize girmek akşam bir masada kâğıt oynamak işte bizim tatilimiz buydu.
Anam sabah erkenden kalkar kahvaltımızı hazırlar, babam denize erken girer gelir. Kahvaltı için bizi uyandırmak için anacığım belki yirmi kez yanımıza gelir, sonra kızardı. Kahvaltı yapılır, anam köye gider taze meyve sebze alır kasaptan et, babamda bira ve rakı alır. Anam yemeği tencereye koyar apar topar denize girer gelir, akşam üstüne kadar kadınlar çadırların önünde sohbet eder kahve içerler. Akşam üstü herkes hava kararana kadar denizde olurdu.
İşte her sene yapılan bu tatili yapamamıştım o sene. Sadece on gün gidebilmiştim. Onun dışındaki zamanlarda para kazanmak için çalışmıştım. Bizim İzmir’deki evimiz Yeşilyurt’tadır. Yeşilyurt o senelerde varoşuydu İzmir’in. Bizim gibi düşük gelirlilerin köylerinden göçenlerin, emeklilerin semtiydi. İzmir’de yaşayan herkes nerede olursa olsun otobüse bindimi Konağa inerdi. O yıllarda Konak, otobüslerin, dolmuşların durağıydı, karmaşık kirli ama cıvıl cıvıldı.
Anamla babamla öpüştük. Bavulumu aldım. Otobüse binip Konak’ta indim. Terminal uzaktaydı o yıllarda; hoş şimdi daha uzakta. Arabamız vardı ama iki çocuk üniversite okuyunca babam artık arabayı kullanmaz olmuştu. Sadece ben geldiğimde, hep beraber pikniğe giderdik. Konaktaki o karmaşayı seyrettim bir süre. Martılar çığlık çığlığa uçuyorlardı tepemin üzerinde, dolmuş muavinleri bağırıyor, rüzgâr yüzümü yalıyordu. Karşıyaka’ya kalkan vapurun düdüğü yolcu ediyordu beni. Ben İzmir’i hep çok sevdim hep aşıktım o şehre belki de çok kavuşamamaktan, hep bir hayal bir tutku ile bağlandım. İşte yine ayrılık zamanı gelmişti. Hayallerim bir bavul ve ben. Otogardan içeri girdim.
Otobüs bekliyordu. Bindim, koltuğuma oturdum, gözlerimde birkaç damla yaş, dışarda askerler boyasız postalları ile dolaşıyordu, muavinler bavulları yerleştiriyordu, İzmir’de akşam oluyordu, yeni bir sene kocaman umutlar birkaç damla göz yaşı ile başlıyordu. Otobüs hareket ettievlerin sarı ışıkları yoldan akmaya başladı bozkırın kalbine doğru bir zamana yolculuk başladı. Bediha Akartürk radyodaydı. “Bir yiğit gurbete gitse” yi okuyordu.
Dr.Koray TOPÇU
Yorumlar
Kalan Karakter: