“Nerde bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur. Çünkü kötü insanların türküleri yoktur!” Neşet Ertaş
Otobüs hareket etti.Evlerin sarı Işıkları yoldan akmaya başladı.İzmir’i geride bırakan bir hüzün derin nefesler ile içilen sigaraların dumanına yüklenmişti. Bediha Akartürk’ün ince sesi ile bir gece dönüş başlamıştı.
O yıllarda otobüs yolculukları şimdiden çok farklıydı.Sigara içmek serbestti mesela. Arabalar o yılların efsane iki markasından olurdu. Magirus yada 302 Mercedes bu otobüsler aslında birbirlerinden çok farklı olmasada takım tutar gibi taraftarı olurdu iki markanında.Otogarlarda yeni yıkanmış, temizlenmiş ve içerisine ağır araç parfümü sıkılan bu otobüsler peronlarda yolcularını bekler, beyaz gömlekler lacivert pantolon giymiş şöförler birbirleri ile sohbet ederlerdi. Muavinler bagajları belli bir sıra ile yerleştirirler, o bagajlar arasında Ege’nin inciri, zeytini sepetler ve plastik güğümler içinde yerini alırdı. Bazen o kadar çok olurdu ki bagaj muavinler yolcuyu kırmamak için “ abi bu araba olduğundan emin misin? Kargo karşı binadan yük alıyor” der, kafalarını sallayıp çaresiz yüklerlerdi. Her bir valiz için ortadan koparılan bir bilet verilir, diğeri valize ip ile bağlanırdı. Hareket saati yaklaşınca anonslar başlar, yolcu edilenler öpülür,son anda ellere yiyecek paketleri sıkıştırılır, otobüse binilirdi. Muavinler çıkış için bağıra çağıra şöföre yardım eder araç perondan çıkardı. Camlarda eller sallanır son laflar edilir, gözler yaşarır, sigaralar hüzün ile yakılır, geceye akan yol kaybolan arkada bırakılan evler sevgiler şöförün açtığı radyoda çalan şarkılar ile harmanlanırdı.
Otobüs hareket etmişti.yanımda orta yaşlı bir adam oturuyordu. Sigaramın son nefesini çekip söndürdüm. Dışarda gece olmuştu, radyoda Bedia Akartürk, içimde derin bir hüzün vardı. “Nereye yolculuk ” dedi yanımdaki adam. Dalmışım irkildim. “Kayseri’ye”dedim. “Hayırdır okumaya mı?” “Evet” dedim. “Hangi okulda kısmetse” dedi. “Bu sene ikinci senem tıp fakültesinde okuyorum” dedim. “Maşallah delikanlı çok önemli bir meslek inşallah bitirir ve memlekete hizmet edersin” dedi. “Teşekkür ederim” dedim. İkimizde sustuk uzun uzun yolu geçilen köyleri şehirleri seyrettik. Uyumuşum.
Sırtıma dokundu yanımda oturan adam. “Kalk istersen moladayız bir çorba içelim” dedi. İndik otobüsten rengarenk Işıkları olan mola yerinde bir pişman ses ne dediği anlaşılmasa da gelen firmalara hoşgeldin gidenlere hayırlı yolculuklar anonsu yapıyordu. Oturduk bir masaya. Sırtına asılı bir bez ile peş peşe bardakları silip masaya koyan garson soluk suratı ile “Ne vereyim abilerime?” Diye sordu. İki çorba istedik. Kocaman plastik bir kutu ile ekmek ve çelik bir kase ile iki çorba getirdi. O yıllarda su satılmazdı çelikten ya da toprak testilerde su konurdu masaya. O suları çok özledim ben. Çorbalarımızı içtik. Sigara yaktım “içmesen iyi olmazmı?” Dedi adam. Utandım “Benim adım Ahmet, senin adın nedir? ” dedi. Adımı söyledim, tanışmaya başladık. Arabanın hareketi için anons yapıldı,otobüse bindik. Sohbete başlamıştık. Konunun nasıl geliştiğini hatırlamıyorum ama bana Çanakkale savaşında Kayseri Lisesi’nin tek bir öğrencisinin geri dönmeden şehit olduğunu anlattı. İsim isim saat saat sanki o gün oradaymış gibi soluk soluğa anlatıyor, heyecanlanıyor onlardan duyduğu gurur gözlerinden okunuyordu. O yıllarda bu kahramanlık hikayeleri çok bilinmezdi. İlgimi çekti, dinledim aklıma satır satır yazdım. Bitti döndü adam yüzüme baktı. “Delikanlı işte böyle yoktan var olan bir memleketimiz var bizim, taşına toprağına şehit kanı değmiş. O çocuklar gibi binlercesi şehit olurken bir an bile düşünmediler. Bize düşen çalışmak bu memleket için çalışmak. O kadar. Hadi allah rahatlık versin” dedi.
Gözlerime bozkırda açan güneş değince uyandım. Bozkır kızıla boyalıydı. Ötelerde dumanlar tütüyor, yakınlarda sürüler otlağa güdülüyor , traktörler işçi taşıyordu. Radyoda Neşet Ertaş doyulur mu yu okuyordu. Bozkır soğuktur ama aşıklarının yürekleri çok sıcaktır. Sabahları o otobüslerin hepsinde hayata yeniden uyanan herkes bozkırın bu koca yürekli aşıklarından büyük bir aşkı belki de en basit kelimeler ile duyuyordu. Spiker Neşet Ertaş’ın bir sözü ile başlamıştı yayına “Nerde bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur. Çünkü kötü insanların türküleri yoktur!” Diyordu Neşet Ertaş. Ardında da doyulur mu çalmaya başlamıştı.
Kayseri’ye dönüşün artık son saatlerindeydik. Herkes uyanmış toparlanma başlamıştı. Adam döndü bir kağıda adını soyadını adresini yazmıştı. “ sende ver ” dedi. Sigara paketinin kağıdından kopardım yazdım verdim. Otobüs terminalde durdu. Herkes indi. Adam el salladı, kalabalıkta kayboldu gitti. O verdiği adres ve kağıt zamana yenildi bir süre sonra kaybettim. Kayseri’nin en büyük fabrikasının müdür yardımcısıydı. Ama hiç görüşmek kısmet olmadı.
O yolculuktan geriye Çanakkale savaşında Kayseri Lisesi kalmadı,bir de o adam kaldı. İki kez daha gördüm onu. Yıllar sonra okuldan mezun olduğum gün okul önünde bir kavgada, kavgayı ayırmaya çalışırken. Gördü beni selam verdi. İkinci olarak televizyonda, göz altına alınıp hapiste hayatını kaybeden bir istihbarat elemanı olarak, ikinci gördüğümde kilo almıştı çok ama gözlerindeki ışık hiç değişmemişti.
Anladım ki bu hayatta, tesadüfler değildir yaşamın özü. O tesadüflerin insanda nelere sebep olduğudur. Bu memleketin taşını toprağını sevmeyi o gece o adamdan öğrenmiştim. Bu millete hizmet etmeyi de ona verdiğim söz ile yaptım. Onun hayatını kaybettiğini öğrendiğimde bende orta yaşlıydım artık. Bazıları ölüyorken bile öğüt verir ben bu devlete küsmemeyi onun öldüğünde öğrendim.
Dr.Koray TOPÇU
Yorumlar
Kalan Karakter: