“Bir radyoda fasıl, bir bardakta sıcak çaydır.Bir kar yağar sokaklara gece bir evin varsa hayat vardır”
Kayseri de kış olanca hızı ile çatılarda caddelerde kendini gösterirdi o yıllarda. Çatılardan uzun buzlar sarkar, dudaklarından sigara hiç eksik olmayan temizlik işçileri caddeleri buz ve kardan temizler, insanların buzla dansı koşuşturmaca dudaklardan çıkan soluk buharları dolmuşların camlarında donmuş kalp işaretleri, düşenler, düşenlere gülüp düşenler, bir beyaz ve gri cümbüş aylarca bizimle olurdu.Sabah saatlerinde esnaflar özelliklede çıraklar kafalarında takkeleri annelerinin ördüğü kalın yün kazakları ayaklarında mest ve üzerinde siyah lastikleri ile ellerinde kürekler dükkanlarının önünü temizler şakalaşarak güne başlarlardı. Çok soğuk zamanlardı dışardan gelen bizler kardan buzdan soğuktan kaçmak için yeraltı çarşısına inerdik biraz gezinip ısınıp çıkardık o yıllarda.
Üniversite kampüsü dört beş kilometre uzaktadır Kayseri de. Otobüs ve dolmuşlar Talas durağından kalkardı o yıllarda. O durak eski verem hastanesi sonradan sağlık müdürlüğü olan binanın karşısındaydı. Dolmuşlar o yıllarda dışardan çalışan bir çorum kaloriferi ile ısınırlar çamları buzlu içi soğuk ama sıkış tıkış olurlardı. Saçları arkaya taralı bıçkın çocuklar bu dolmuşlarda biletçilik yaparlar bir ayakları dolmuşta kendileri dışarda bağıra çağıra müşteri toplarlardı. Hepimiz sabah otobüslere dolmuşlara doluşur üniversitenin kapısında iner ve hızlı adımlarla dersliklere girerdik. O yıllarda kantin yoktu bir kulübe vardı bir karı koca el yapımı göçmen börekleri ve sucuklu tost yapardı. Kulübenin ortasında kocaman bir soba vardı o kadar hararetli yanardı ki kıpkırmızı olurdu. İnce belli cam bardaklarda çay birde el yapımı poğaça işte sabah kahvaltısı. Bu kahvaltı her zaman ilk dersten sonra olurdu. Öğle yemeği o zamanlar öğretim görevlileri ile aynı yerde yenirdi. İki önemli yemeği vardı o yemekhanenin ankara tava ve çıtır çıtır pişmiş hamsi. Bu iki yemeği hayatım boyunca hep sevdim.
Otelde kalan iki arkadaş ile beraber bir kiralık daire bulduk. Çocuklar iktisat fakültesinde okuyorlar ama üçümüzde hazırlık sınıfında yabancı dil alıyoruz. Ev istasyon caddesinin ortalarında en üst katta eski bir kayseri evi. Belli ki eski yılların en zengin ailelerini konuk etmiş asaleti var yani. Sonrasında eskimiş önce aileler terketmiş bekar öğrencilere verilmiş sonra köhnemiş yorulmuş soğumuş bir evdi. Ev sahibi bir sanayi esnafı imzaları attık kaparoyu verdik. Eve geldik kısaca bir gezdik doğruca sanayiye gittik. Üç tane çekyat ıvır zıvır bir soba boruları yani yatacak kadar eşya ile döndük eve. Bir akşam üstüydü. Evi temizlemek için suyu açtık su yok kesilmiştir deyip aldık bidonları indik camiye doldurduk getirdik eve temizledik sildik sağı solu bildiğimiz kadar. Sobayı kurduk akşam olmuştu. Odun yok kömür yok. koşturarak oduncular gittik ama kapanmıştı kar yağıyordu eve döndük. Ortada bir salon oraya kurmuştuk sobayı salona kapıları açılan üç tane oda salonun bitişiğinde bir koridor sonunda bir mutfak ve içinde odun ile ısınan bir şofbeni olan banyo.
O gece suyumuz yoktu yanan bir sobamızda yoktu ama evimiz vardı. Sarılıp battaniyelere üşüyerek uyuduk. O ilk gece camdan istasyon caddesine baktığımı hatırlıyorum. Trafik ışıkları yanıyordu kar yağıyordu lapa lapa. Sokak ışıklarının şavkı vuruyordu caddeye, sessizdi kimseler yoktu sokakta.İşte bu kez sokakta değildim dedim kendi kendime. Bir evim vardı artık, geceleri sığınacağım bir odam küçük bir radyom radyoda ankara radyosundan nihavent faslı. Sıçak çay saatleri dost sohbetleri soba çıtırtıları ve içinde yanan kömürün şavkı ile kurulan hayaller. Ben Kayseri den en çok kış günleri bu hayalleri özledim.
Dr. Koray TOPÇU
Yorumlar
Kalan Karakter: