“İşte bu çocuklar olmasın diye, işte bu çocuklar hastalanmasın diye”
Bütün bir gece heyecan içinde uyuyamamıştım. Sabah aynı sınıfta okuyan dört kişi evimizden çıktık. Sabah soğuk ve sisliydi o gün. Kayseri yeni uyanıyordu. Sokak satıcıları, dükkanlarının önüne malzeme çıkaran çıraklar, tretuvarların kenarını süpüren ağızları sigaralı sokak çöpçüleri, ekmek ve gazete dağıtan hızlı kamyonetler. Şehir sabaha kadar hüküm süren zifiri karanlığından sıyrılıyordu. Dolmuşa binip Talas Caddesine geldik. Talas otobüsleri, dolmuşlar buğulu camları ile hızlı hızlı dolup hareket ediyordu. Durağın köşesinde bir çorbacı vardı uykulu yüzler buharı çıkan çorbaları lezzetle içiyorlar, bir çırak yüksek sesle içeri buyur ediyordu. Bizde girdik dört tane çorba söyledik. O kadar heyecanlıydım ki nasıl içtiğimi hatırlamıyorum. Uzun yıllar boyunca sabah o çorbayı hep acele içtim hep aynı çırak kapıdaydı ve çorba hep aynı lezzetteydi. Lokantadan çıktık dolmuşa bindik. Erciyes üniversitesinde o yıllarda ana hastane binası inşaat halinde ve boştu. Bütün eğitim ve hastane hizmetleri iki üç katlı uzun koridorlu hizmet binalarında verilirdi. Bir bölümü poliklinik olan bir kütüphane ve hem yemek yenilen hem de kafeterya olarak hizmet veren bir yemekhane, birde hasta kantini.
Dolmuştan indik, kalabalık değildi o yıllarda üniversite. Zaten iki fakülte bir de hastane. Hastanede hasta kalabalığı dışında sakin bir yerdi. Soğumuştu hava, kabanımızın önünü ilikledik birinci sınıf dersliğine doğru yürüdük. Bizim hazırlık sınıfı dersliklerimizi geçtik orada artık yeni öğrenciler vardı. Bütün bir yaz boyunca birkaç blok aralarındaki duvarlar kaldırılmış uzun bir sınıf yapılmıştı. Yıllar boyunca senede elli öğrenci alan tıp fakültesi o sene iki yüz öğrenci almaya zorlanınca ve birinci sınıfta iki yüz elli öğrenci okuması gerekince dekanlık bir bloğun bir katını yıkıp belki de tarihin en ilginç amfisini inşa etmişti. Bu uzun ve geniş boşluğun sağ tarafındaki bir kapıdan girilince solda bir yükseltinin üzerine konulmuş bir kürsü arkada boydan boya bir kara tahta. Bu yükseklik ile en arkada oturanların ders dinlemesi düşünülmüştü. Ama basık bir tavan nedeni ile ilk üç beş sıra dışında oturanların tahtayı görmesi mümkün değildi. Sesin ulaşması için boyuna asılan eski usul bir mikrofon ve eski usul bir slayt makinası da konmuştu.
O yıllarda fotokopi yeniydi, termal kağıtlara baskı yapıyordu ve çok pahalıydı. Ders için geniş kareli defterler alınır hızlı hızlı yazılarak not tutulurdu. Birde sene başında dekanlıkta, kütüphane de nüshası olan ve teksir kağıdına basılan ders notları olurdu. Kitapçı Ramazan’ı da unutmamak lazım. Ramazan ufacık tefecik bir gençti. Geniş yakalı paltosu elinde bir çanta içinde son çıkan tıp kitapları, dolaşır sınıfları, kitap satardı. Ramazan hayatımın çakıştığı önemli insanlardan birisidir. Onu sonra anlatacağım.
Sayımız çok fazla olduğu için o yıl eski konferans salonu yetmedi okul açılışına. Bir çoğumuz dışarıda kaldık. Hocalar renkli cüppeleri ile ön sıralara oturdu. Okulun en yaşlı hocası senenin ilk dersini anlattı. Sınıf koordinatörleri açıklandı dekan ve rektör kısaca konuştu. Ders başı yapıldı.
Tekrar o ucube amfimize döndük. Sınıf koordinatörü dersler sınavlar ile ilgili açıklama yaparken, amfinin arka tarafında inşaat devam ediyordu. Uzun haftalar boyunca hem ders devam etti hem de inşaat gürültüsü. İlkbaharda bitmişti gürültü bizimde dersler azalmıştı zaten. İlk birkaç ay amfi doluydu sonra sayı azaldı dersi dinleyebilme şansı olan ilk üç beş sıra dışı boş kaldı. O sene haftalık ders notları daktiloda teksir haline getirilip kitapçılarda satılmaya başlamıştı. Sonraki yıllarda ise fotokopi bizi kurtardı.
Sabah uyku sersemi ders başlıyordu. Hava erken karardığı için karanlıkta ders bitiyordu. Sisli soğuk bir avluya açılırdı derslik. Tek tük ağaç sonrasında hastanenin silik ışıkları.Yanı başımızdaydı hastane gizemliydi iki adım mesafesinde ama ulaşılmazdı. Yemek paydosunda merakla koridorlarında gezerdik. İlaç kokusu genzimizi yakardı. Yürüyüşümüz değişir, nefes alışverişimiz hızlanırdı.Ben neredeyse otuz yıldır o ilaç kokulu hastane koridorlarında gezerken aynı heyecanı duyuyorum.
Kütüphane kış aylarının en güzel yeriydi. Dersten çıkınca ya da ertelenen derslerin arasında ya kantinde çay içer sohbet ederdik ya da kütüphanede kitap karıştırırdık. Bir kocaman blok kütüphaneydi girer girmez yüksek raflar, bir uzun masanın yanında indeks dolapları alfabetik sıra ile yerleştirilmişti. Bu dolabı çekince daktilo ile yazılmış sıralı kartlarda kütüphanede bulunan dergiler olurdu. Kitaplar ise raflardaydı. Eski dergiler arkada bir depodaydı. O yıllarda internet yoktu bilgisayar yoktu. Bir yayın için önce kalın ciltli indexmedicuslar taranır dergiler ve sayıları bulunur bunlar bir yere yazılır sonra bu dergiler kartlardan taranır ve bulunan dergiler görevlilerden istenirdi. Ben kütüphanede uzun süre hayal kurardım.Tıp kitaplarının renkli kapaklarını inceler sayfalarını karıştırır, kokusunu çekerdim içime. Saman kâğıt dışında bir kâğıt görmeyen bizim gençlik için o ince ve parlak kağıtlara basılmış rengarenk kitaplar bir başka dünyaydı. En çok cerrahi kitapları incelerdim. Birde embriyoloji kitaplarını. İçimde inanılmaz bir heyecan olurdu. Başka bir dünyada bulurdum kendimi. Biri dürterdi sessizce dışarı çağırırdı. Kantinde bir çay ve sigara. Biraz sohbet bolca kahkaha.
Kütüphaneye gelmiştim o gün yukarda yer yoktu. Merdiven ile aşağıya indim.Alt katın yarısı kütüphane yarısı ise poliklinikti. Köşedeki masaya oturdum. Elimde schwartzın genel cerrahi kitabı. Tahta ile bölünmüş poliklinikte bir asistanın sesi geliyordu. Bir çocuk ağlıyordu babası susturmaya çalışıyordu. Asistan yanındaki hocasına “hocam polyomiyelit sekeli” deyince irkildim birden. Yıllar öncesine gittim. Ankara’da Gülhane hastanesinde ilk muayenemi hatırladım. Yaşadığım bir sürü ameliyatı, ağrıları, sekerek yanımda taşıdığım sağ bacağımı sıvazladım. “İşte bu çocuklar olmasın diye, işte bu çocuklar hastalanmasın diye” mırıldanıyordum. Sırtıma bir el dokundu. Kafamı kaldırdım beyaz önlüğü ile bir hoca eğildi kulağıma “olmayacaklar merak etme sayenizde olmayacaklar” dedi göz kırptı ve gitti. Yıllar sonra o hocanın karşısında sözlü sınavına girdiğimde yine göz kırpmış ve “bak gördün mü?” demişti. İşte bu yüzden yıllarım çocukların daha az hastalanması için mücadele etmekle geçti.
Dr.Koray TOPÇU
Yorumlar
Kalan Karakter: