Geç uyanmıştım o sabah. Hızlıca giyinip çıktım evden. Otobüse binerken hızlı olmaya çalışıyordum. “Biraz dikkat etsenize bu ne ya”diye bir çığlık ile kendime geldim. O karmaşa içinde bir kadının ayağına basmıştım. Geri çekildim “özür dilerim görmedim” dedim. Konuşmadı arkada bir koltuğa oturdu. Kitap açtı okumaya başladı. Kalabalığın etkisi ile koridorda onun yanına düşmüştüm. Erich Segal “insan nasıl insan oldu” bu kitabı iyi biliyordum. Tıp fakültesini kazandığım sene okumuştum ve şans bu ya üniversite sınavında bir çok soru bu kitaptan çıkmıştı. İnsanlığın evrimleşme sürecinden söz ediyordu. Sosyal antropoloji yani. Bu kitabı birinin okuması bile önemli bir şeydi. Bir süre sustum ama içim içimi yiyordu. Kaşe pardesüsü üzerinde el yapımı bir kaşkol ve el yapımı şapka. İnce boğumlu parmakları vardı. Sarı saçları bakımlı yüzü vardı. Tüm gücümü topladım eğildim “aslında galiba insan nasıl insan olamadı. Bunu anlıyorsunuz bu kitabı okuyunca” dedim. Usulca kafasını kaldırdı. “Haklısınız tıpkı sizin gibi mahluk olarak kaldı” dedi. Beynim karıncalanmıştı. Neden bu cevabı aldığımı anlayamamıştım. Sustum.
Yol bitti. Koşarcasına indim otobüsten. Aldığım bu kötü cevabın yıkıntısı ile bir sigara çıkardım yaktım. Derin nefesler ile bitirdim sigarayı. Koltuğumun altındaki kitaplar ağır geliyordu, nefesim yetmiyor, içim üşüyordu. Doğruca dersaneden içeriye girdim. Anfi’de gerilerde bir yerlerde oturdum ders notu tutmaya çalıştım. İçimde göğsümün tam üzerinde oturmuş bir kaya vardı. Öğle arasına kadar hiç inmedi göğsümün orta yerinden. Kantine gidip bir çay içmeyi ve ekmek arası köfte yemeyi günün en sıradan töreni olarak devamlı yaptığım için, otomatik bir şekilde kulübe kantinden içeri girdim. Soba yanıyordu sıcağı yüzümü yaladı. Birkaç masa vardı birinde tiyatrodan arkadaşlarım oturuyordu. Yanaştım oturdum sandalyeye. Köftemi tutuşturdular elime birde sıcak çay. Kemal “Koray tanıştırayım Belma mühendislikte okuyor. Tiyatro yapmış birkaç yıl”dedi. Döndüm. Otobüsteki kadın ile yüz yüze geldik. Elimi uzattım“Merhaba Belma hanım bende mahluk” dedim. Kemal anlamadı. “Tanışıyormusunuz siz?” Dedi. Belma gülümsedi “evet uzun ve sevimsiz bir yolculukta tanıştık biz”dedi.
Bir süre kısa cümleler ile yapılan sohbet, hızlıca tüketilen köfte ve çay. Tiyatrodan söz etmeden sadece mevsimden futboldan, burçlardan,derslerden bahsedilen bir sohbet sonrası herkes kalktı masadan ve Belma yalnız kaldı. Biliyordum yürürken arkadan bana baktığını. Döndüm göz göze geldik. Anfi’de uzun uzun bu rastlantıyı düşündüm. Sonra herkes hayatına döndü. Dersler için hızlıca tutulan ders notları, kalem tutan parmak uçlarındaki sızıya dönüştü. Erken kararıyordu hava. Dışarı çıktım dersaneden yüzümü yalayan soğuk ve kar kokusu. Otobüse bindim boştu. Arkada bir koltuğa iliştim. Gürültülü bir yolculuk ile şehire döndüm.
O hafta sonunda konservatuvarda sınav vardı. Yeni öğrenciler içinden oyun için seçmeler yapılıyordu. Öğrenciler içinden az sayıda başvuran vardı. Ben ve birkaç oyuncu sıraları yan yana getirip bir juri yeri yaptık. Birer birer içeri giren tiyatro sevdalıları hazırladıkları tiratları söylüyor heyecanla kendilerinden söz ediyorlardı. Yorulmuştum. Çay almak için odadan çıktım. Küçük bir çay ocağı vardı. Bardağıma çay koydum. Döndüm. “Merhaba nasılsınız hocam? Özürümü kabul edecekmisiniz?” Dedi. Elinde bir kutu içinde börek. “Teşekkür ederim Belma hanım mahluklar acıkmazlar” dedim börekten aldım gülerek. “Affettim şu oyuncuları seçelim görüşürüz”dedim. “bekleyeceğim”dedi.
Uzun sürdü seçmeler. Tekrar tekrar çağırıp uzun süre konuştuk hepsi ile.Yeni oyuncular başarılıydı. Sevindirici olan aralarında birkaç lise öğrencisi vardı. Oyuncu olarak beğenmediklerimizi de çağırdım, sahne gerisinde görevler önerdim. Hepsi kabul etti. Uzun süre boyunca koşturmaca sürdü. Uzun saatler boyunca salonda Belma sakince bekledi beni. “Bitti ama çok beklettim sizi özür dilerim” dedim. “Bir yemek ısmarlamak zorundasınız ceza olarak o zaman” dedi. “Şeref duyarım hadi çıkalım” dedim. Sokağa çıktık. Soğuktu hava. Boynunu örttü sıkıca “yemek için zorlamayayım sizi masraf olmasın isterseniz bana gidelim yaptığım yemek var Allah ne verdiyse yeriz”dedi. “Çok sevinirim” dedim. Şehrin karanlığında sokak ışıklarının altında bazen karanlık bazen sarı bir ışık ile uzun bir yol yürüdük. Hiç konuşmadık. Sadece yürüdük. Şehrin sokakları boşalmıştı. Evlerin canlı ışıkları, arabaların farları, hafifçe yağan kar, gecenin içinde bir apartmanın kapısında terketti bizi.
Yorumlar
Kalan Karakter: