“Asafı seviyormusun? Ben çok severim. Hüzünlü bir adamdır o. Yapmacıksız bir aşıktır. Umutsuz sevgilerin kelimelerini bilir. Ben her hüzünlendiğimde Asaf okurum”. Sırtıma dokundu üstünü değiştirmişomzunda bir havlu. “Evet Koray bey yemek nerede ise hazır siz burada kitapları incelerken boş durmadık ve size yemek hazırladık” dedi.“Teşekkür ederim doğrusuA saf’ı birkaç şiirini saymazsam okumadım benim için Orhan Veli tıpkı senin söylediğin adam. Ben ajitasyon tiradların severim birde türkçeyi iyi kullanmayı. Orhan Veli’nin kelimeler üzerinde dans etmesine bayılıyorum” dedim. Güldü “ e tiyatrocu bakışı işte hadi yemek zamanı”dedi.
Mutfaktan leziz yemek kokuları geliyordu. Dikkatle hazırlanmış bir masa. Üzerinde içlerinde çorba bulunan iki kase altlarında tabaklar, salata, bardaklara su konulmuş. Çatal ve kaşıklar rengarenk el yapımı peçetelerin üzerine yerleştirilmiş. Renkleri,görüntüsü bir kadının eli değmiş bir masa. “Şöyle otur istersen bizim oralara ait bu çorba. Aslında yemeklerin tamamı öyle Ege yani. Sen bilmiyorsun değil mi ben Muğlalı’yım. Senin gibi sonradan olma filan da değil doğma büyüme.” Oturdum sandalyeye çorba ilk kaşıkta aldı götürdü beni Ege’ye. Deniz, iyot kokan sokaklar miskin sokak kedileri zeytinyağı kokan mahalleler geldi gözümün önüne.O kadar zevkle yedim ki bir an izlendiğimi anlayınca mahcup baktım Belma’nın gözlerine gülüştük.
Salona geçtiğimizde damağımda yemeğin lezzeti, dudaklarımda kahve ekşiliği vardı. Salonun sarı ölgün ışığında koltuklara ilişen iki beden, iki meraklı göz. “Önce sen” dedi. “Önce sen başla bakalım nerede doğdun?nerelerde okudun? Neden buradasın?” Gülümsedim “neden ben önce mahluklar ile mi başlıyoruz?” Ciddileşti birden “böyle kıracaksan sormadım say” dedi. “Yok tamam anlatıyorum suratsız ve kızgın halin çok çekilmez” dedim. Doğduğum ama hiç hatırlamadığım Erzurum ile başladım. Çocuk felcinden, çocukluğumdan, Niğde’nin küçük ilçesindeki unutamadığım ilkokul yıllarımdan bahsettim. Cumhuriyet bayramlarını bando alaylarını, trampet arkasında uygun adım yürüyüşümüzü, ikram edilen lokumların lezzetini anlattım. Ankara’da olduğum ameliyatları, anamın bir sandalye üzerinde aylarca başımda beklediği günleri, radyoda Emel Sayın konserleri, hüzün acı ve gözyaşı ile geçen yıllarımı anlattım. İlk kez televizyon ile karşılaşmamı, anarşi dönemindeki kaybettiğim arkadaşlarımı ve İzmir’in sokaklarında yediğim dayakları kah gülerek kah hüzünlenerek anlattım.
Ben anlattıkça o dalıyor, bazen gözlerini kapatıyor hayal ediyordu. İlgi ile dinliyor ara sıra küçük cümleler ile yorumlar yapıyordu. Durdum bir an. Yorulmuştum belkide. “E hep ben hep ben sıra sizde hanımefendi dinliyorum” dedim. Gülümsedi. “Peki” dedi. “Başlayalım o zaman”. Muğla’nın küçük bir ilçesinden başlayan, sokakları yağmurlu İzmir’de devam eden bir okuma mücadelesi. Anasını kaybettiği yıl ağlayarak okulu bırakması. Sonra yine ağlayarak hemşire okuluna kayıt. Hemşire okulunda okuyup ilk defa o okuldan mühendislik fakültesini kazanan öğrenci olması. Kitaplara düşkünlük, amatör yazarlık, birkaç müsamerede alınmış küçük roller. Anlatırken hep gülümsüyordu. Gözlerimin önünde o kadın gidiyor yerine hızla büyüyen şişeden çıkan cin gibi mistik bir varlık geliyordu. Yapmacıksız, belki çok sıradan ama anlatılması gereken bir hayat hikayesi. “Bitti” dedi. Düşlerimden uyandım.
“Şimdi beyefendi tiyatrocuyum diye hava yapıp duruyorsunuz. Görelim bakalım benim için sınava girseniz neyi oynardınız?” Hiç düşünmemiştim, yapmazdım böyle şeyler. “ Normalde asla yapmam ama seni kırmayacağım peki” dedim. Bir savaşta bacağını bomba ile kaybettikten hemen sonra durumunu anlamaya çalışan bir askere ait tirad aklıma geldi. Bir an düşündüm, hazırlandım oynamaya başladım. Birkaç dakika sonra son cümleyi söyledim başımı kaldırdım, ağlıyordu. Yerinden kalktı avuçları ile yüzümü kavradı, uzun uzun baktı bana. Yanıma oturdu başını yasladı omzuma. “Çaresizliklerden çok etkileniyorum” dedi. Sarıldım çiçek kokuyordu. Elimi tuttu kalktı. “Hadi uykum geldi yatalım”dedi.
Yorumlar
Kalan Karakter: