Ellerimden tutmuştu. Yatak kenarında oturmuştuk bir süre. Hiç konuşmadan oturmuştuk. Karanlıkta sadece kalbimizin dışarı vuran sesi ve nefesimizde hissedilen heyecan. Omzuma koymuş başını saçları dudaklarıma dokunmuştu. “Ben” dedi. “Nasıl anlarsın bilmiyorum ama aslında böyle biri değilim. Sana karşı koyamıyorum. Bilmiyorum ama yani işte öyle.” Cevap vermedim. Karanlıkta el yordamı ile saçlarına okşadım bir süre sonra dudaklarına dokundum. Dudaklarımız buluştu. Ağzımda deniz tuzu, Ege esintisi. Gecenin çığlığında soluksuz bir serüven.
Mutfakta demlenmişti çay. Sarıldı Belma bana sıkıca. İki bardak tutuşturdu elime. Tezgahın üstüne koydum. Güzel renkli bir çay döküldü bardaklara. Masanın üzerinde rengarenk bir kahvaltı vardı. Çaylarımızı aldık oturduk masaya. Yemek boyunca hiç susmadı, güldü, şımardı, ağzı doluyken bile konuştu. Kahvaltı bitti. “İyi ki” dedi. “Seni iyi ki tanımışım. Çok mutluyum bu hayatımın en güzel günü. Çok şükür.” Okula beraber çıktık. Dışarda güneşli bir kış vardı. Kar birikintileri gözlerimizi kamaştırıyor, güneşe rağmen soğuk yüzümüzü ısırıyordu. Koluma girdi şose yolda yürümeye başladık.
Artık gün Belma ile başlıyor onunla bitiyordu. Akşam aynı masada yemek yeniyor okul çıkışlarında duraklarda bekleniyor, uzun ve heyecanlı tartışmalar yapılıyordu. Konservatuar da artık oyun provaları başlamıştı. Hafta sonları erken saatte konservatuarda oluyorduk. Belma evden hazırladığı kahvaltıları tıkıştırıyor. Bütün bir çalışma boyunca kenarda oturuyor beni bekliyordu. Bu beklemeler zamanla değişmeye başladı. Belma artık oyunlara müdahale etmeye, oyunculara karışmaya başlamıştı. Benim gözlemleyemediğim ama şüphelendiğim bir durumla karşı karşıyayım artık.
O pazar sabah erken kalktık. Bütün bir gece ben oyun üzerinde çalıştım o çizim yaptı. Gece yarısı masada uyumuşum. Battaniye örterken uyandım. Gülümsüyor ve sıkı sıkı örtüyordu. Anamın yaptıklarını hatırladım bir an. Galiba dedim kendi kendime kadınlar sevince ana oluyor. Konservatuvardan içeri girdik. Kantinde oturuyordu oyuncular. Biz girince biraz tebessümlü bir ima ile karşılaştık. Belma çay verdi bana.
Oyunculardan biri ev yapımı kete getirmiş. Bir parçasını bana uzattı. Ben keteyi çok severim. Teşekkür ettim aldım. Belma elime sarıldı. Keteyi aldı. “Gerek yok bizim kahvaltımız başka” dedi. Şaşırmıştım. Kızmıştım. Elimi uzattım elinden çektim aldım. “Keteyi çok severim ve bugün kahvaltıda kete yiyeceğim” dedim. Gözlerimin derinlerine kadar baktı. Hiddetliydi ve dağılmıştı. Uzun uzun baktı. Hiç konuşmadan baktı. Ben keteyi yiyordum. Etrafımızdakiler yavaş yavaş masayı terkettiler. Konuşmaya niyetim yoktu. Onunda yoktu kalktı yanımdan.
Prova bitti yoktu. Giyindim yoktu. Konservatuvardan çıktım etrafıma bakındım yoktu. Eve gitmekle, ona gitmek arasında uzun bir süre kararsız kaldım. Bir taş duvar üzerinde oturup bir sigara içtim. Hava soğuyordu. Kabanımın önünü kapattım. Evime doğru yola çıktım. O gece aklımda o içimde anlaşılmaz bir sıkıntı sabahın ilk ışıklarına kadar yatakta mücadele. Sabah uyandım. Hızlıca giyindim okul yerine onun fakültesine gittim, yoktu. Meraklanmıştım evine gittim uzun uzun çaldım kapıyı yoktu. Çaresiz okuluma döndüm. O birkaç gün kötü geçti. Okulda yoktu, evinde yoktu. Ama o yıllar cep telefonu yok beklemek ve endişelenmek dışında hiçbir şansınız yoktu. Bekledim. Arkadaşlarıma haber verdim, sağa sola not bıraktım bekledim. Galiba on gün sonraydı. Okula döndüğünü öğrendim. O yıllarda mühendislik fakültesi başka bir kampüste. İçimde ince bir heyecan, cebimde küçük bir fil biblosu kantinden içeri girdim. Tek başına bir masada oturuyordu. Elinde Özdemir Asaf. “Merhaba” dedim. Cevap vermedi. “Çok merak ettim seni neden yaptın bunu? Kaç gündür perişanım” dedim. Masaya oturdum. Bibloyu cebimden çıkarıp masanın üzerine koydum. “Özür dilerim ama seninde bir özür borcun yok mu? Her kavgadan sonra çekip gitmek ne demek ya” dedim.
Kafasını kaldırdı, gözlerimin içine baktı. Derin derin ağlıyordu. Hiç konuşmadan derin derin ağladı. Bibloyu eline aldı uzun uzun sevdi, okşadı. Bana bakıyordu, ağlıyordu ama konuşmuyordu. Ne kadar sürdü bilmiyorum. Elimi aldı avucumu açtı, öptü. Bibloyu avucuma yerleştirdi. Gülümsedi. “Hoşçakal buraya kadarmış. ”dedi. Donmuş, buz kesmiştim. Hareket edemiyordum. Gidişini seyrettim.
Asla dönmedi, asla cevap vermedi kapıyı açmadı, gönderdiğim habercileri dinlemedi. Sonraki sene okuldan yatay geçiş ile İzmir’e gittiğini öğrendim. İzmir’e her gidişimde okulda aradım. Gördü asla konuşmadı. Yıllar unutturur, bir süre sonra unuttuk ikimizde. Okulu bitirdiğim gün mezuniyet töreninin bitişinde bir çocuk geldi yanıma. Elinde bir buket karanfil. “Abi bu sana” dedi. “Kimden?” Dedim. Bir zarf uzattı. “Abi adın Koray değilimi.?Al oku” dedi. Açtım zarfı içinde bir mektup. Ortasına yapıştırılmış bir sararmış fotoğraf. Belma ile benim belkide tek fotoğrafımız. Altında tek bir parağraf. “Başaracağını biliyordum kutlarım. Çok iyi bir hekim olacağını da biliyordum. Keşke benim kadar sevmeyi de başarabilseydin. Sensizliğe rağmen sevdim ben seni, sen ise bensizliği sevdin. Özdemir Asaf’ı sakın unutma. Hoşçakal.”
Bir köşede oturdum üstümde mezuniyet cüppesi. Uzun uzun ağladım. Dışarda kahkahalar mezun olan öğrencilerin neşesi dalgalanıyordu. Utandım, sildim gözlerimi, geri döndüm kantine.O günden bu yana hep merak ederim nerededir Belma? Ne yapar? Ama hiç öğrenemedim.
Dr.Koray TOPÇU
Yorumlar
Kalan Karakter: