Kayseri’ye geldiğim ilk yıldan beri duyardım adını. Değişik bir adamdı. Kendince yaşar, protestosu kendince, yaşamı kendine aitti. Herkes tanır, belki biraz korku belkide öyle kabul ettiği için saygıda kusur etmezdi. Kocaman yeşil bir Mercedes’i vardı. O yola çıktığında, trafikte taksiler dolmuşlar onu sollamaz, ilk sokağa sapıp uzaklaşırdı. Arabasının içinde kafası hep önde elinde bir tesbih nadiren döner caddeye bakar. Selam lazımsa birilerine, şöförüne öksürür, Mercedes durur iner aşağıya selamlaşır birkaç söz tekrar binerdi arabasına.
Ben onu iki kez gördüm aslında. Daha öncede yazmıştım iki kez gördüm. Birincisi Kayseri’ye ilk geldiğim yıl hamamda alkollü bir adamı çıkarırken. İkincisi at ile Kayseri sokaklarında gezerken. İkisinde de çok kısa süreli konuşmalarımız olmuştu. Tiyatro yaptığım yıllarda uzun uzun konuşmayı istemiştim ama cesaretim yoktu belki hiç imkanım olmadı. Ata binişini hatırlıyorum istasyon caddesinde. Arkasında o yeşil Mercedes, bende karşıdan karşıya geçiyorum. Topalladığımı görünce aniden durdurdu atı. Arkasına döndü şöförü çağırdı. Arabayı durdurdu şöför yanıma geldi koluma girdi. Atın yanına kadar geldik. “Teşekkür ederim” dedim. Eğildi atından “kimlerdensin sen”dedi. “Buralı değilim üniversitede okumaya geldim. Tıp okuyorum” dedim. “Doktor olacan yani gardaş hayırlı olsun ananın babanın gözü aydın olsun.” Şöförüne döndü “adresini niy al ilgilen derdi olursa gelsin” dedi. Şöförü hürmetle eğildi. Atını topukladı “Allah’a emanet” dedi, dönmeden yüzünü. Şöförü “gardaş dedi Selahattin hamamı bilin mi? Oraya gelirsin derdin olursa” hızla arabaya bindi. “Sağol” dedim arabası yanımdan geçerken.
Hiç ihtiyacım olmamıştı. Hamama giderdim ara ara. Şöförünü nadiren görürdüm, kendisi hızla girer çıkardı hamamdan. Herkesin derin bir saygısı vardı. Ara sıra kafasını kaldırır etrafa bakar, selam verecekse eğer mutlaka konuşurdu. Uzaktan baktığınızda utangaç, dertli bir adam görürdünüz. Konuşurken yüzünüze bakmazdı sert bir yüzü vardı ama altındaki şefkati görürdünüz. Şehirde ona ait lokanta, hamam, birahane vardı. O yıllarda birkaç birahane vardı Kayseri’de.Sifon biralar yeni yeni çıkıyordu. Bizim de ilgimizi çekiyordu ama güvenmiyorduk cebimizdeki paraya. O gün iki arkadaş çarşıdaydık. Bir pazar günüydü. Kışın nadiren olan güneş o gün alabildiğine ısıtıyordu bizi. Dolaştık biraz. Bir birahanenin önünden geçiyorduk. Arkadaşım durdu. “Hadi birer bira içelim” dedi.
Ahşap bir masa, kırmızı pelüşten oturaklar, duvarda Kayseri halıları. Masaya oturduk. Sivilceli yüzlü garson geldi.”bira değil mi abiler?” Dedi. Başımızı salladık. Biraz sonra bir tepsi ile geri döndü. İki fıçı bira kuruyemiş patates kızartması iki küçük kadehte votka bir bardağın içinde kesilmiş havuçlar. Buranın kuralı budur dedik sustuk ama içimizde bir kuşku. Birkaç saatin nasıl geçtiğini anlamamıştık. Biralar üç olmuştu. Galiba içine koyduğumuz votka nedeniyle baya sarhoş olmuştuk. Arkadaşım “hesap”dedi. Garson kafasını salladı. Biraz sonra bir kutu ile getirdi hesabı. Arkadaşım okudu gülmeye başladı. Ne olduğunu anlamamıştım. “Hee dedi birahaneyi de ekleseydiniz hesaba” garsonun yüzündeki ifade dondu. Döndü içeriye seslendi. Etrafımız aniden kalabalıklaştı. İki kişinin koluma girdiğini gördüm ayaklarım yerden kesildi.
İçeriye götürdüler bizi. Sigara kokan duvarları isli bir koridordan geçtik. Işıklı bir odaya girdik. Odanın bir tarafında maun bir masa arkasında üzerine hayvan postu atılmış bir koltuk. Yanda bir komidin kenarda iki siyah deri koltuk. Sehpanın üzerinde ve masanın kenarında iki nargile. Duvarda film sanatçılarının çerçevelenmiş posterleri. Kenarda bir saz. Koltukta orta yaşlı kirli sakallı bir adam oturuyor. Masanın önünde durduk. Adamlardan birisi “abi bu hayvanlar hesabı ödemedi”dedi. Masanın kenarındaki nargilenin marpucunu masaya koydu yavaşça, tesbihini bileğine çekti adam. “Lan oğlum neden ödemiyorsunuz ayıp değil mi?” Dedi. Tam cevap vereceğim arkadaşım atıldı “ya kardeşim tüm birahanenin hesabını bize yazmışsınız” dedi. Gözlerimin önü karardı. Bir şey söyleyeceğim ama sesim çıkmıyor gibiydi. Kirli sakallı adam yerinden kalktı yanaştı arkadaşımın yanına, elindeki tesbihi cebine koydu. Olanca gücü ile bir tokat patlattı yüzüne. Arkadaşım yere düştü. Kaldırdılar. Bir tane daha patladı tokat arkadaşım yine düştü. Yine kaldırdılar.
Adam bana döndü konuşamıyorum çığlığım boğazımın içinde düğümlenmişti. Elini kaldırdığını ve yüzümdeki acıyı hatırlıyorum. Adam hem küfrediyor hem de dövüyordu bizi. Artık acı duymuyordum. Ama gözümün önünde dünyanın biçimi değişiyordu. Tüm gücümü topladım. “Yeter be” dedim. “Ağalar siz ne yaptığınızı biliyormusunuz? Şemsettin abi gönderdi bizi. Gidin bakın teftiş edin bir yanlışları var mı diye bakın dedi.” Dedim. Adam aniden durdu. El işaretleri ile oturttu bizi koltuklara. Anlamaya çalışıyor ama işin içinden çıkamıyordu. “Lan lavuk hangi Şemsettin” dedi. Artık korkmuyordum. “Kim olacak kaç tane Şemsettin var dedim. Adam yavaş yavaş huzursuzlanıyordu. Tedirgindi.
Tiyatroda ki tiradlar aklıma geliyordu. Hem korkuyor hemde yaptıklarımdan zevk alıyordum. “Hamamdan geliyoruz artık gidebilirmiyiz bilmiyorum”dedim. Adam elindeki tespihi hırsla masaya çarptı kafasını salladı sağa sola. Tamam dedim kendi kendime anladı adam mahvedecek bizi. Koltukta oturdu ayaklarını titretti parmaklarını çıtırdattı boynunu çevirdi. “Ya gardaşım niye söylemiyonuz bak neler oldu ya allah allah boşuna dövdük sizi. Nasıl affettireceğiz kendimizi?” Arkadaşım güldü. “Sus” dedim ama duymadı. “Şimdi boku yedin” dedi. Sakallı adam perişandı. Adamlarına bağırıyor küfrediyor “haklısın gardaş, haklısın ben boku yedim” diyordu. Uzun süre özürler diledi. Yüzümüzü yıkattı adamlarına. Gömleklerimizde kan vardı hemen iki gömlek aldırdı değiştirdik. İzin istedik sesini çıkarmadı önce kafasını salladı sonra “nereye” dedi. Döndüm “eve” dedim. “aga merak etme iyi adamsın sen aramızda kalacak” dedim. “Sağol gardaş isterseniz arkadaşlar bıraksın sizi” dedi. “Yok yanlış olur”dedim. “Peki” dedi. Avucuma para sıkıştırdı biraz “taksi için” dedi. Çıktık.
Dışarda hava kararmış ve soğumuştu. Yüzümüzde sızı içimizde alkol ekşiliği. İçimde tarifsiz bir heyecan vardı. Gülüyordum ama yüzümdeki ağrı izin vermiyordu. Taksiye bindik evimize döndük. Birkaç gün içinde iyileşti yüzümüz, anlatamadığımız bir maceramız oldu. Haftalar aylar geçti biz unuttuk olanı biteni. Konservatuvar da oturuyorum. Öğrencilerden birisi girdi içeri “hocam birisi sizinle görüşmek istiyor”dedi. Buyur ettim. Şöförü girdi içeriye. Selamladı. Buyur ettim oturdu. Çay ısmarladım. “Hayırdır” dedim. “Abimin selamını getirdim. Olanları duymuş. Çok kızdı sizi dövmelerine. Borca yazsalar alırlardı dedi. Birde dedi ki adımı ölmeden önce kullanmasınlar. Dayak yiyince benim ciddiyetim sarsılıyor. Dayak yemeden desinler adımı. Allah’a emanet olsunlar dedi.” Teşekkür ettim ama nefes almamaya çalışarak. Güleceğim gülemiyorum. Yolcu ettim. Bir daha hiç görmedik birbirimizi. Bizi döven kirli sakallının kazada öldüğünü okudum içim acıdı. Keşke ölüm olmasaydı iki tokat daha yerdim. Mekanı cennet olsun.
Yorumlar
Kalan Karakter: