Zor yıllar geçiriyorduk. Generaller her şeyi çok iyi bildiğini düşünerek emir ile Türkiye’yi yönetiyordu. Üniversiteler kışlalara dönmüştü. Yakınımızdaki bir kışladan her sabah çıkan bir tabur asker marşlar söyleyerek sabah sporu yapar, akşam üstü silahlı yürüyüş kıtaları ile hastanenin ortasından geçerdi. Bize biz buradayız mesajı verdiklerini zannederlerdi. Oysa biz onları Kıbrıs harekatından biliriz. Her geçişlerinde yüreğimiz kabarır ellerimiz titrerdi. Hastanede yatan hastaların gözleri dolar hepimiz derin nefesler alır arkalarından dualar ederdik. Mehmetçik bizdik çünkü. Karşı komşumuz, halamızın oğlu, kardeşimiz, abimizdi mehmetçik. Generallere inat bizdik millettik. Bizi o anarşi yıllarında birbirimize düşürmüşlerdi. Keskin sınırlarımız siyaseten farklı bakışlarımız vardı. Ama bildiğimiz tek şey düşüncemiz ne olursa olsun Atatürk, cumhuriyet, bayrak, istiklal marşı bizim ortak paydamızdı. Benim gençliğimizde istiklal marşı okunurken gözler yaşarırdı. Tüm çabalara rağmen o generaller bile bu hassasiyetimizi bozamadı.
Af ile yeniden tıp eğitimine başlayan çok sayıda öğrenci katılmıştı aramıza. Bazıları çoluk çocuk sahibi olmuş, işleri güçleri olan adamlardı. Okuldaki bazı hocaların sınıf arkadaşıydı gelenler. Kendilerinden emin bize biraz uzaktılar. Kendi aralarında gruplaşırlar birbirleri ile sorunlarını hallederlerdi. Anatomi atlasım elimde bütün bir gece kol kemikleri üzerinde çalışmıştım. Çok nankördür anatomi. Ezberliyordum. Bir saat sonra unutuyorum. Sabaha kadar çalıştım. Tam bir umutsuzluk ile teslim oldum uykuya. Sabah komite dersleri anlatıldı. Öğleden sonra ilk kez anatomi kadavra pratiğine girecektik. Kadavra kimsesiz insanların vücutlarıdır. Özel İşlemler ile bu vücutlar korunur ve kötü kokulu kimyasal bir madde dolu havuz içinde bekletilirdi. Sabah anatomi teknisyeni Hasan ve o gün nöbetçi iki öğrenci bu kadavraları havuzdan çıkarır su ile yıkar ve laboratuvar çalışmasına hazırlardı.
Laboratuvara girer girmez burnunuzu yakan gözlerini kızartan ağır bir kimyasal koku karşılardı sizi. O gün ilk kez giriyordum. İnanılmaz bir heyecanım vardı. İlk kez ölmüş bir insan görmek o dokular üzerinde çalışmak fikri beynimde ve vücudumda fırtınalar yaratıyordu. Anatomi laboratuvarının kapısı açıldı asistanlar içeri aldılar bizi. İki anatomi masasında iki kadavra vardı. Yüzleri ve genital bölgeleri yeşil ameliyat kumaşı ile kapatılmıştı. Kahverengi ve ıslak bedenler vardı masa üzerinde. Ürkek adımlar ile yanaştım. Asistan hızlı hızlı konuşarak sağ üst kol üzerinde çalışacağımızı. Bu ilk pratik olduğu için kendisinin disseksiyonu yapacağını söyledi. Elinde neşter makas ve cımbız sol kolu ince müdaleler ile açmaya deri altından kasları ortaya koymaya başladı. Çalışırken her bir dokuyu soruyor, cevap alamazsa uygun bir dille anlatmaya başlıyor. Ardından yeni bir dokunun şekillenmesi için bir kuyumcu hassasiyeti ile disseksiyona devam ediyordu. Ayaklarım yere basmıyordu. Mekanlardan uzaktaydım. Uzayda bir yerde bir rüzgar yalıyordu yüzümü. Aşağıda meşin gibi gergin dokular arasında anatomi atlasında gördüğüm kaslar damarlar şekilleniyor ete kemiğe bürünüyordu. İçimde inanılmaz bir öğrenme isteği ve gurur vardı. Zil sesi ile uzaktan bakışım kesildi. Asistan “arkadaşlar yarından itibaren benim gözetimimde disseksiyona devam edeceğiz iyi çalışın” dedi.
Laboratuvardan çıkınca serin hava çarptı yüzüme. İçim titredi. Muhteşem bir gün diye geçirdim içimden. Bu mesleğe aşık olduğum gündü o gün.sırtıma dokundu birisi döndüm. Af ile gelen abilerden birisi. “Anatomi için cerrahi alet ve stetoskop satıyorum almak istermisin?” Dedi. “Abi bilmiyorum lazım olacaksa almak lazım kaç para” dedim. Konuşması zor anlaşıyordu. Bir fiyat verdi. “Taksit yaparız merak etme” dediğini anladım. “Yarın aynı gruptayız gösteririm aletleri” dedi ağzında yuvarlayarak. Karar vermem için süre verdi ve ayrıldı yanımdan.
O gece sabaha kadar anatomi çalıştım. Dokular, kaslar, damarlar. Anatomi laboratuvarında geçen saatler hayata bakışımı değiştirmişti. İlk defa insana dokunmak, onun muhteşem işleyen mekanizmasını anlamaya çalışmak yani hekim olmaya başlamak çok gurur veriyordu artık.. sabaha karşı uyumuşum. Uyandığımda derse geç kalmıştım. Apar topar hazırlanıp okula gittim. Sabah derslerinin çoğu bitmişti okula vardığımda. Kantinde zaman geçirdim biraz, sınıflar boşaldı ardından öğle yemeği. Yemek sonrasında laboratuvar kapısında beklemeye başladım. Saat geldi girdik içeri. Asistanın açtığı kol duruyordu.af ile gelen abi başındaydı. Etrafında sınıf arkadaşlarım. Söyledikleri çok anlaşılmıyordu ama kendinden çok emin her bir kası, siniri, damarı, orijinini hatta dedikodusunu anlatıyordu. Büyük bir hayranlıkla izlemeye başladım. Sonra birden akşam çalıştıklarım aklıma gelmeye başladı. Anlattıkları ile benim çalıştıklarım uyuşmuyordu. Anatomik laflar doğruydu ama yerleri ve içerikleri tamamen yanlıştı. Örneğin sinir diye gösterdiği aslında atardamardı. Araya girdim. “Abi o sinir değil atardamar” dedim. Beklemiyordu. Şaşırdı. Kafasını alana yaklaştırdı. Panikledi. Hızla aramızdan ayrıldı. Arkadaşlarım ve ben sustuk bir süre. Asistan geldi. Anlamıştı bir şeyler olduğunu. Tek tek anlattı. Bu sefer ben biliyordum hepsini. Gurur duydum kendimden.
O yıllarda anatomi sınavları masa üsulü ile yapılırdı. Altı masa vardı. Üçünde bir grup üçünde diğer gurup sınav olurdu. Bir öğrenci zil sesi ile kapıdan girer. İlk masada dokuya batırılan üzerinde numaralar olan iğnelerin battığı dokunun kasın, sinirin latince ismini cevap kağıdına yazar. Bir daha zil çalar bir sonraki masaya geçer oradaki iğnelerin battığı dokuları yazardınız. Son masadan sonra. Kadavra havuzunun bulunduğu odada son öğrenci sınav olana kadar beklerdiniz. Sınav sabahı iki sıraya geçtik. Benim öğrenci numaram ortalardaydı. Her zil ile iki öğrenci masa başına geçtiler. Bir sonraki zil ile yeni iki öğrenci masa başına geçti. Sıra bana geldi. Masanın başına geçtim. İğnelerin battığı dokuları ve kemikleri biliyordum. Kısa süre düşünüp cevaplıyordum soruları. Zil çaldı bir sonraki masa. Üç masa gittiğinde bilemediğim tek bir soru vardı. Kadavra havuzunda gözümüz yana yana bekledik. Sınav sonuçlandı. Hepimizi serbest bıraktılar.
Öğleden sonra sınav sonuçları asıldı. Notuma baktım inanamıyorum ama sadece yüz üzerinden beş almıştım. Bizim listeye bakan herkes şoktaydı. Uğultular yükseliyordu. Karar verdik. Anatomi hocalarına başvurduk. Onlarda şaşkındı. Sıra ile tüm öğrencilerin cevap kağıtlarını kontrol etmeye başladık. İlk birkaç öğrencinin cevapları iyiydi sonra aniden nerede ise sıfır doğru ile devam ediyordu. Af ile gelen abiden sonraki herkes nerede ise sıfır doğru yapmıştı. Hoca abiyi çağırdı. “Kardeşim iğnelerin yerini mi değiştirdin sen?” Diye sordu. “İyi göremedim hocam çıkarıp altına baktım ama sonra hemen yerine koydum” dedi. Gülüyorduk hepimiz ağlayacak halimize. “Ya kardeşim her bir santimetrede gavur yirmi tane Latince isim koymuş. Sen değiştiğinden arkadaşların hep sıfır çekti” dedi hoca. “Kimse gitmesin akşam sınav var.” Dedi. Abiye döndü “sende sınava gir yeniden ama en son gireceksin hocam” dedi. O akşam hepimiz tekrar sınava girdik. Abi okulu bitirdi. Hatta uzman oldu. Hatta akademik kariyeri oldu. Bizim aklımızdan o meşhur sınav hiç çıkmadı.
Yorumlar
Kalan Karakter: