Kayseri’ye ilk geldiğim sene başlayan tiyatro sevdam ikinci sınıfa başlar başlamaz da devam etmişti. Halk Eğitim Merkezinden kovulunca soluğu Büyükşehir Belediye Konservatuvarında almıştık. Müziklerini Şirvan’ın yaptığı ve beraber yönettiğimiz “Ah Şu Gençler” isimli oyunu sahneye koymuştuk. Kayseri’de uzun yıllardır belkide ilk kez şehir tiyatrosu salonu tıka basa dolmuştu. Eski bir yapıydı salon. Şehirlerin sanatı, tiyatrosu, orkestraları, şiir sohbetleri olduğu yıllardan kalmaydı. Uzun yıllar boyunca kullanılamamış senede bir iki tören düzenlenmiş, öksüz bir çocuk gibi ihmal edilmişti. İlk genel provayı yapmak için izin alıp içine girdiğimde aşık olmuştum.İki saçaklı bir demir kapı sonrasında iki yana açılan bir ahşap kapı geçilir ve fuayeye girilirdi. Fuayenin köşesinde bir gişe karşısında bir müdüriyet odası vardı. Geniş fuayenin solundan merdiven ile balkona çıkılırdı. Müdüriyetin yanındaki koridorda büyük bir vestiyer vardı. Tüm fuaye, vestiyer eski ama cila ile pırıl pırıl parlayan ahşaptı. Merdivenin yanından ve vestiyerin ilerisinden ana salonu boydan boya kateden birer yan koridor daha vardı. Salon içinden bu koridora açılan sağlı sollu üç kapı daha vardı. O eski yıllarda bile güvenliği düşünülmüştü sanatın. Ahşap baklava dilimli deri kapıdan ana salona girerdiniz.
Sahne ve atlas perdenin kırmızısı karşılardı sizi. Siyah cilalı koltuklar kırmızı çuha ile kaplanmıştı. Duvarlarda Anadolu motifleri. Tepelerde eski usul aplikler balkonun köşelerine asılmış spotlar. Balkonun arka kısmında eski usul bobinli reostalı ışık kontrol ünitesi bulunan kondivit odası. Sahnenin önünde kapatılmış bir orkestra çukuru, atlas perdeleri çalıştıran bir perde düzeneği. Arkada sonsuzluğu veren siyah fonlar ve her daim tepede yanan mavi dekor ışığı. On Onbeş adımla inilen kulis, üç kulis odası arkada geniş bir depo, gri ile yeşil arası boyanmış duvarlar. Kulis içinde geniş aynalar duvarlara yazılmış gelen toplulukların adları, geldikleri tarih ve oyunun adı. Rengarenk kalemler ve rengarenk karakterler ile yazılmış bir tarih. Karanlık bir koridordan fuayeye birkaç merdiven ile çıkardınız.
Oyun olacaksa bir gün önceden kaloriferleri yanardı. Akşam olur, camları buğulanır tiyatronun soluk ölgün ışıklar fuayenin tepesinden sarkan avizenin canlı ışığına bırakırdı yerini. Kulise erken girerdi oyuncular. Sohbetler kaba sesle şakalaşmalar, teknik ekibin koşturmacası, dekorcuların simetri kavgası. Saat yaklaşır, fuaye kalabalıklaşır, gelenler hızlı adımlarla salona ya da balkona geçerdi. Kuliste son ses provası son makyaj düzeltmeleri, kostümlere verilen son şekiller, yönetmene zil ikazı.İlk zil sonra ikinci en sonunda uzun üçüncü zil. Kapılar kapanır, ışıklar sönerdi. Eğer sahnedeyseniz ve ilk tirat size ait ise derin bir nefes alırdınız. Kalbiniz duracak gibi olurdu. Karanlığın serinliğini yanan ışıkların alevi alır ve ilk cümle dökülür dudaklarınızdan, oyun başlardı. Işıklı bir dünyada hayaller içinde birkaç saat geçerdi. Yanlış tiratlar hatalı müzikler küçük gürültüler ama ter içerisinde bir koşturmaca. Selamlama sonrası kulise toplanan kalabalık. Bir hayal gecesi kulisin soğuk duvarlarına ödünç bırakılırdı.
Uzun bir çalışmanın sonunda sahneye çıkmıştı oyun. Konservatuvar müdürü tiyatro için tadilat ödeneği çıkartmış, sahne elden geçmişti. Oyun çok beğenildi. Belediye başkanı Vali ve burokratlar için ikinci oyun uygun görülmüştü. Birinci oyun eksiksiz oynanınca ikinci oyunda da sorun çıkmadı. Oyun sonrası başkan kulise geldi bizi müdüriyete davet etti. Vali, Rektör, Belediye başkanı ve eşleri gözlerinde beğeni ışığı bizi tebrik ettiler. O gece Belediye Başkanı büyük bir konservatuvar binası yapmak için söz verdi. Gazeteler sonraki günler boyunca bu sözü yazdılar. Oyun peş peşe birkaç gün sahnelendi ve son dekor söküldü, son kostüm torbaya kondu macera bitti. Oyun bitti birkaç ay sonra okulda tatil oldu, hepimiz evlerimize gittik.
Evlerden dönüşte Sarıyer’de bir tiyatro şenliğinden teklif aldığımızı iletti konservatuar müdürü. Tam sömestr tatiline denk geliyordu. Yeni senenin oyunu “ Rumuz Goncagül” çalışılmaya başlamıştı. Bir önceki senenin oyununu bir şenliğe götürmek çok iyi bir moral olabilirdi. Galiba daha da önemlisi nasıl bir tiyatro yaptığımızı diğerlerinden farkımızı görmemizi sağlanabilirdi bu şenlik. Müdür çok istemiyor gibi görünüyordu. “Müdür bey” dedim. “Bence mutlaka gitmeliyiz başkanla bir görüşseniz gerekirse bizde gelelim” Çok konuşturmadı bizi zaten prova vardı. Prova sırasında Tuncer hocayı gördük. Şirvan ve ben çay içiyorduk. Hoca yanımıza geldi. Bölüm başkanımızdı. Doğrudan lafa girdik. Tuncer hoca uzun yıllar tiyatro yapmanın getirdiği güzel sesi ile “çocuklar merak etmeyin hallederiz” dedi.
Birkaç hafta sonra müdür bey neşe ile yanımıza geldi. Bizim İstanbul Sarıyer’deki şenliğe katılmamız için izin çıktığını söyledi. Bir belediye otobüsü hazırlanacak içine dekorlar ve malzeme yerleştirilecek, oyuncular teknik ekip aynı otobüs ile gidecekti. Kayserili bir İstanbul ilçe belediye başkanı bize bir otel ayarlamıştı. Müdür bey sadece disiplin istiyordu. Çok paramız yokmuş bu nedenle tasarruflu olmamız gerekiyormuş. Şirvan ile derin bir iç çektik gülümsedik. Aklımızda sadece bu oyunu tekrar çalışıp İstanbul’a hazırlamak vardı.
Birkaç ay hızla bitti. İki oyuncu eksiği ile oyun yeniden çalışılmış, dekorlar yenilenmiş, kostümler düzeltilmişti. Akşamüstü belediyenin 302 otobüsü geldi. Şehir içi belediye otobüsüydü. Deri kaplı koltuklar ortada geniş bir sahanlık klima yok yani tam bir belediye otobüsü. Tüm dekorları ve malzemeyi dikkatlice yerleştirdik. Teknik malzemeler kasalara dikkatli bir şekilde konuldu. O gece hiçbirimiz uyuyamadık. Sabah hepimiz ellerimizde birer küçük valiz otobüse bindik. Macera dolu İstanbul yolculuğu başladı.
Yorumlar
Kalan Karakter: