Bütün bir pazar günü ve boya yaparak geçirdiğim pazartesi günü hangi oyun diye düşündüm. O yıllarda Türkiye’de eğer bir oyun sahneye koyacaksanız teksine ulaşmanın sadece üç yolu vardı. En geniş kaynak devlet tiyatroları arşiviydi. Bunun İçin Ankara’ya gitmek ve teksin bir kopyasına ulaşmak bazen aylar alırdı. İkinci yöntem il halk kütüphanesinden bulmaya çalışmaktı. Son seçenek ise tiyatrocuların arşivlerine ulaşmaktı. Hepside şimdi ile karşılaştırılamayacak kadar uzun ve zahmetli işlerdi. O yıllarda bir oyun sahneye koymak neredeyse bir yıllık yorucu bir süreydi. Artık akşam oluyordu ve çok kararsızdım. Aklımda bir çok oyun vardı ama karar veremiyordum. Boyacı kalfası elazığlıydı derin ve hüzünlü bir ses ile yöresinden şarkılar söylüyordu. Bir anda eski fotoğraflar oyunu geldi aklıma. Dinçer Sümer eseriydi. İddiasız ama hüzünlü bir kadın hikayesi. “Tamam” dedim “işte buldum. Eski fotoğrafları oynayacağız.”
Saatler hızla geçti. Üzerimdeki boyacı tulumlarını çıkardım. Akan soğuk suda aletleri yıkadım. Ellerimdeki boyaları arap sabunu ile çıkardım. Saçlarımı sabunladım soğuk su ile yıkandım bağıra bağıra. Kurulandım giyindim. Ellerim buruşmuş, dudaklarımda içilen sigaraların acılığı, saçlarımı kurutan sabunun hamam kokusu. Boyahanenin köşesine asılı horozlu aynadan baktım kendime. Yüzümde para kazanmanın sarhoşluğu.
Tiyatro salonunda apliklerden sızan soluk bir ışık vardı. Sahne gerisinde siyah fonların arkasında sanki karanlığa doğru açılan bir yol hissi veren bir gece lambası. Perdenin kırmızı atlas parlaklığı köşeye sıkışmış sanki zamanı gelmişte izin vermiyorlarmış gibi asi sarkıyordu sahneye doğru. Saliha sahnenin ortasına bağdaş kurmuş oturuyor, diğerleri ön koltuklarda uyukluyorlardı.
Selam verdim koridoru geçtim. Sahne kenarında oturdum. “Oynayacağımız oyunu buldum arkadaşlar”dedim. Saliha alaycı bir ifade ile “eminiz hocam bulmuşsunuzdur” dedi. Gülümsedim. Göz göze geldik gözlerinin arkasındaki kini ve hiddeti görüyordum. Nedenini anlayamadığım bir hüzünde vardı geride. “Bir Dinçer Sümer oyunu oynayacağız. Eski Fotoğraflar. Bu eser bir kadın hikayesi. Çalkantılı bir hayat yaşamış aşkları ve ihanetleri yaşamış bir konsomatrisin hayatı.”dedim. Saliha’ya bakıyordum. Darmadağınık görünüyordu. Hani rüyalardaki karabasanlar gibi avazınız çıktıkça bağırmak istersiniz bağırmazsınız ya işte öyle görünüyordu. “Ne dersiniz Saliha sen ne dersin?” Diye sordum. Cevap vermedi önce. Sonra cılız bir sesle “sorarız müdüre hanım’a, kabul ederse olur hocam” dedi.
Gece İzmir’in bağrına düşmüştü. Hemşire okulundan Konağa geldim otobüsle. Gürültülü bir koşturmaca vardı meydanda. Alsancak vapuru silik sarı ışıkları ile yanaştığı iskeleden sinirli sirenler çalarak uzaklaştı. Martılar simitçi tablalarının üzerinde uçtular. Dolmuş muavinleri gürültülü kavgalar ile yolcu kapmaya çalışıyorlardı. İzmir’de gece oluyordu. Saliha’yı düşündüm bir an acaba neden oyunu duyunca yıkılmıştı? Muavin dolmuşa itekledi beni. Unutulması ve sonra hatırlanması gerekenler bindi dolmuşa. İzmir’de gece oluyordu.
Yağmurlu bir sabah uyandım. İzmir’de yağmur sabırla yağar. Önce gürültülü gelir. Çılgın yağar sonra yavaşlar ve uzun uzun içli içli yağar. Penceremin kenarındaki güvercini selamladım. Sokaklarda işine gidenler dışında yalnızlık. Giyindim. Yıllarca liseye gitmek için yürüdüğüm sokaklardan yağmur suları gibi aşağıya doğru aktım. İnşaatın içindeki boyahanede giydim tulumları. Ustanın “rasgele kolay gelsin” gürültüsüne “hooop sağol usta” diye cevap verdim. Soluksuz öğleye kadar çalıştım. Elazığlı kalfanın içli türkülerine benim oyun için kafamda kurduğum sahneler eşlik etti. Akşam oldu yeniden.
Yokuşun sonundadır bizim evimiz. Gürültülü bir caddenin ortasında. İzmir’in daracık sokakları ve caddeleri üstüne yıkılacak gibi duvarları bitişik apartmanları vardır. Yeşilyurt eski ve gecekondu mahallesidir İzmir’in. Kirlidir yolları, sokaklarında soluk benizli kadınlar sabah akşam işlerine gider gelir. Oysa yanıbaşındaki semtler zengindir geniş salonlu apartmanlar balkonlarında geniş tenteler vardır. Yorgun adımlarla girdim apartmandan. Anam yemek yapmıştı yine. Sarıldı sıkıca öptü yanaklarımdan “hadi doğruca banyo” dedi. Alel acele duş aldım. Masa hazırdı. Babam geldi ardından kardeşim. Güle oynaya yemeğimizi yedik. Zil çaldı. Kardeşim açtı kapıyı. “Abi Levent abi geldi” dedi. Levent gençlik arkadaşım, apartman komşum. “Hoş geldin Levent girsene”dedim. “Hadi çıkalım biraz para kazandım bu akşam bendensin”dedi. Hazırlandım hemen çıktık. O yıllarda İzmir’de gidilecek yer kordon’du eğer fuar zamanı değilse kordonda herkese uygun bir yer bulunurdu. Otobüsle önce konak sonra yürüyerek kordondaydık. Levent “dostum çok paramız var merak etme önce balıkçı mı yoksa direk kulüp mü?” Diye sordu. “Karnımız tok hadi klüp” dedim. Birinci kordonun hemen arkasındaydı klüpler. Rengarenk neonlar ile birkaç sanatçı ismi yanıp sönerdi. İçinden sarı ampüller ile aydınlatılmış panolarda tüylü elbiseler ile çekilmiş sanatçı resimleri. Kapıda parlak makosen ayakkabıların topuklarına basmış ellerinden tesbih eksik olmayan ağır abiler hafifçe gövdelerini eğerek selam verirlerdi içeri girenlere.
İçeri girdik beyaz örtülü bir masaya oturduk. Hızlı adımlarla garson geldi. Levent yiyecek ve içecek söyledi. Sahnede bir üvertür soluk ve sinirli bir yüz ile şarkılar söylüyordu. Masalarda beyaz ya da kırmızı elbiseli kadınlar gürültü ile gülüyor adamlar gravatlarını çözmüş ellerinde kadehler masayı yumrukluyorlardı. “Levent biliyormusun ? ben böyle bir yerde geçen bir hayat hikayesini sahneye koyuyorum. Eski fotoğraflar oyunun adı” dedim. Kadehimizi kaldırdık. “İyi ya işte seyreyle insanları o zaman” dedi Levent.
O gece boyunca bu naylon hayatı seyrettik. Hüzünlü şarkıların kadehlerin dibindeki son yudumunu içtik. Kahkaha atılan masalardaki rujları yüzüne bulaşmış sarhoş kadınlarına güldük. Hesabı ödedik kalktık. Dışarıda yağmur yağıyordu, taksiler mekanların önünde hızla dolup kalkıyordu. Bir taksiye doğru yürüyorduk. Araba farları yağmura inat yüzlerde parlıyordu. Elimi taksinin kapısına uzattım bir kadın eli önce davrandı benden. Kapıyı açıp hızlıca bindi. Sinirlenmiştim. Camda buğu içeriyi göremiyordum. Camına vurdum taksinin, camı indirdi bir kadın. Kucağında bir kadın yatıyordu. Belliki sarhoş o kucağında yatan kadın küfür edip bağırıyordu. “Ama hanımefendi” dedim. Göz göze geldik. “Hocam lütfen ablam çok kötü”dedi cılız ve telaşlı bir ses. “Saliha” dedim. Taksi hızla hareket etti. Yağmurda kayboldu. Levent koluma girdi. “Buluruz yenisini hadi yahu”dedi. “Saliha”dedim. “Saliha kim ya” dedi. “Hiç” dedim.Yağmur yağıyordu sokaklarda yanlızlığa koşuyordu izmir.
Yorumlar
Kalan Karakter: