Turgutlu bittimi hızlıca belkahve. İzmir’in silüeti ve sonra ağır körfez kokusu. O güzel şehre hiç yakışmasa da bu giriş herkes alışır, burnunu kapatmaktan vazgeçerdi bir süre sonra. Terminalde iner eğer servis var ise ver elini konak. Oradan da bir otobüs evdesin. O sabahta öyle oldu. İzmirin caddelerinde ara sokaklarında gün yeni başlarken ben Yeşilyurt’ta evimdeydim. Anam uzun uzun sarıldı bana. Hasret giderdik. Uyumuşum biraz. Dışarda hiç durmayacakmış gibi yağan yağmur, çatılarda dır dır eden kumru sesleri ile uyandım. Vakit öğle sonrası.
Çok yer özlerdim o yıllarda izmirden. İmbat Kayseri’de yüzüme vururdu ara ara. Sigaranın dumanları arasında İzmir’in silüeti, kemeraltının karmaşası biraz kordon havası. Özlemek böyle bir şey işte, yaşarken hiç önemsemediğin şeyler burnunda tütüyor insanın. Hızlıca hazırlandım. “Anam ben kemeraltına gidiyorum” dedim. Anam birkaç şey ısmarladı bana biraz para vermek için. Ütülenmiş hazır bekleyen elbiselerim birde o yıllarda kullandığım parfüm “fırstclass” birkaç kez sıkınca anam kızdı hemen, gülüştük, öptüm yanaklarından. Çaktım evden kapının önü otobüs durağı. O yıllarda saatte iki otobüs olurdu benim mahallede. Bekledim biraz yağmur bıkıp usanmadan yağıyordu. Saçlarım ıslandı. Otobüs geldi doluydu, sıkıştım bir köşesine. Caddeleri geçtik, varyant yokuşunu indik Hasan Tahsin anıtı köşede, ileride vapur iskelesi, otobüs durakları, köşelerde sandviç büfeleri kalabalık gürültülü dolmuşlar, kapılarından sarkan muavinleri. Biraz duman biraz tütün biraz sucuk kokan bir kalabalığın ortasından indim otobüsten.
O yıllarda valilik binası eski, belediye binası inşaat halindeydi. Kemerlaltına girebilmek için eskimiş aliminyum bir köprüden geçip küçük bir darlıktan girilirdir kemeraltı çarşısına. Çarşının tam girişinde kolları olmayan herşeyi ayakları ile yapan meşhur bir adamın hediyelik eşya ve ıvır zıvır sattığı bir dükkanı vardı. Onu geçer ve o mahşeri kalabalığa karışırdınız. Kemerlaltı istanbul istiklal caddesine benzer. Kalabalık aynıdır ama galiba tek farkı Ege kokuyor olmasıdır, geçmiştir biraz el emeği biraz imece biraz esnaf hukukudur. Sokakları şose taş döşelidir. Cadde sağlı sollu dükkanlardır. Bu dükkanlar ön sokakta konfeksiyon halı kuyumcu ayakkabı mağazaları, arka sokaklarda et tavuk balık satıcıları, daha arkalarda hububat satıcıları, inşaat malzemesi, her türlü yedek parça elektronik malzeme satanlar, Ege efe topuklu çizmesinden, at eğeri, teraziye kadar her şeyi bulurdunuz.
Caddenin sağından yürüdüm uzun süre karnım acıkmıştı. Bedestene ulaştım, tam köşesinde İzmir sandöviçi yapan bir rumun dükkanı vardı. Önünde kalabalık. Bekledim biraz sıra bana geldi. Karışık sandöviç istedim. O yıllarda ekmek büyük olurdu kömür ateşinde yuvarlak bir çukurun içine biraz tereyağ, sucuk salam sosis pişirilir üzerine bir yumurta karılır İzmir’in otlarından bir tutam ot eklenir ve salça sürülerek kızartılmış ekmeğin içine konulurdu. Aldım elime biraz ileride bir turşucu dükkanı, aldım turşu suyunu, bir kenarda hızlıca yedim. Karnım doymuştu. Yağmur çatılarda gürültülü senfonisini söylüyor, kediler utanmaz laubalilikleri ile sırnaşıyor insanlar hızlı hareketlerle dükkanlara giriyor çıkıyorlardı. Yürürken aklıma film seyretmek geldi. İki sinema salonu vardı çarşı içinde. Film afişlerini inceledim o yıllarda çoğunlukla Orhan Gencebay Kadir İnanır filmleri vardı. Generaller başkasına izin vermiyordu zaten. Kararsız kaldım ama özlemiştim sinema seyretmeyi. Bilet aldım. Başlamasına az kalmıştı. İçeri girdim ışıklar sönüktü. Elinde lambası ile bir adam yardımcı oldu yerimi gösterdi. Salon sıcaktı çocukluğumdan bu yana çok severim sinemaları. Gömüldüm koltuğa.
Film için on dakika ara verilince ışıklar yandı. Gözüm kamaştı bir an sonra salon aydınlandı. Çok kalabalık değildi. Üniversite öğrencileri, ilk kez çıkan çiftler ki heyecanlarından anlardınız, eski sevgililer, benim gibi zaman geçirenler. Gözleri kapattım sonra biraz. Birisi “merhaba” dedi. Açtım gözlerimi. Neşe karşımdaydı. Beraber öğretmen okulunda okumuştuk bir sene. Ayağa kalktım sarıldık birbirimize. “Nasılsın neşe çok iyi gördüm seni özlemişim de” dedim. “Bende koraycığım iyiyim tanıştırayım Mustafa aynı okuldayız ama sen tanımazsın matematikte bizden bir sene sonra başladı ne yapıyorsun” dedi. “Valla okuyorum biliyorsun “dedim. “Bak şöyle yapalım film bitsin çıkalım bir yerde oturalım konuşalım” dedi. Olur dedim. Film başladı.
Film bitince çıktık sinemadan. O yıllarda birkaç pastane vardı kemeraltında. Birinden girdik içeri. Oturduk. Kulağındaki kurşun kalem elinde bir beyaz bez garson yanaştı yanımıza. Neşe Mustafa’ya döndü. “İşin varsa sen git Mustafa yarın görüşürüz” dedi. Suratı düştü Mustafa’nın kalktı elimi sıktı uzaklaştı. Anlamamıştım olanları. “Neşe neden gönderdin yahu çocuğu” dedim. “Ya zaten bütün gün canımı sıktı işleri varmış gitsin baksın işene bizde rahat edelim “dedi. Garsonu çağırdık. Profeterol istedik iki tane ardından da çay. Garson ayrıldı yanımızdan birazdan döndü yanımıza sol eline sıkıştırdığı tatlıları bir tören ile bıraktı masaya. Bir kağıda işaretledi. Bu kağıdı masanın üzerindeki çiçeğin dibine sıkıştırdı.
Bir süre tatlımızı yedik konuşmadan. Sonra “e” dedi “anlat bakalım” “ne anlatayım neşe. Tıpta okuyorum biliyorsun. Kayseride okumak zor. Bir evde kalıyorum. Okul ev, ha birde tiyatro.
Bir konservatuvarda hocalık yapıyorum öyle işte sen ne yapıyorsun”dedim. Gözlerimin içine baktı.”hiç koraycım değişen bir şey yok okula devam. Benim hayalim öğretmen olmaktı biliyorsun. Az kaldı bu sene bitecek sonra ver elini tayin.” “Benim daha çok var daha ikinci sınıf yanlış yaptım galiba oku bitir ol öğretmen demi ya”dedim. “Saçmalama sen doktor olmalısın öğretmenlik yetmez sana hatta çok iyi bir doktor olacaksın bunu biliyorum”dedi. Uzun uzun konuştuk arkadaşlardan söz ettik, hocalardan bahsettik. Kantinden, at yarışı oynadığımız kahveden konuşup gülüştük. Saatlerin nasıl geçtiğini anlamamışız. “Geç oldu kalkalım istersen” dedi. Hesabı ödedim kalktık.
Dışarıda kalabalık azalmıştı. Çöpçüler temizliğe başlamış, dükkan çırakları yorgun argın son düzenlemeleri yapıyor, ustalar kasalardaki paraları düzenliyor, birer birer dükkanların gürültülü kepenkleri iniyordu. Uzun bir yolun sonunda otobüs duraklarına geldik o buca otobüsüne binecekti. Otobüs perondaydı. “Evet koraycım bu akşam için çok teşekkür ederim” dedi. Sarıldı. Bir iki adım yürüdü geri döndü. Kucağıma eğildi “seni çok sevmiştim çok, ama sen bakmadın bana olmadı”dedi. Şaşırmıştım. Öptü beni hızlıca bindi otobüse. Donmuştum. Hiç anlamamıştım. Kendime kızıyor ama ne yapacağımı bilemiyordum. Bir iki adım attım geri döndüm oturduğu koltuğun camına vurdum aşağı çağırdım. Geldi. “Neden daha önce söylemedin” dedim. Eliyle kapattı dudağımı “olsun şimdi söyledim.seni seviyorum hoşça kal” dedi. Sarıldık bir süre otobüs çalıştı. Bindi ve el salladı gitti. Bir daha hiç görüşmedik. Evlendi öğretmen oldu. Eşini kaybettiğini öğrendim. Sosyal medyadan yazdım teşekkür etti. Eşi Mustafa değildi. Onun da benimde hayatım devam ediyor. Düşlerin patlayıp söndüğü bir yerde bir akşamüstünde kaldı herşey. Kemeraltı çok değişti. Hayatlar da. Otobüse binene kadar ıslandım iyice İzmir kararıyordu artık eve dönüş vakti. Otobüs hareket etti sokaklar geçildi yağmur hızlandı. İzmir hep bende kaldı.
Yorumlar
Kalan Karakter: