Soluk ve yorgun bir caddenin köşesinde geçmişi yıldızlı asil ama yaşlı bir kadının geçmişte kalmış bedeni gibi aykırı uzanırdı Kayseri Lisesi. Soluk taşları, kışın içinde sıcak bir dünyanın, yazın ise serin bir rüyanın habercisiydi. Kendine özgü bir mimarisi vardı. Bir zamanlar şehrin önemli bir ticaret merkezinin ortasında iken yıllar içinde eskimiş köhnemiş bir mahallenin köşesinde kalmıştı. Taş mimarisine uyum sağlayan duvarları ama uyumsuz boyanmış demir kapısı içerde sanki geçmişin getirdiği bir sessizliği olurdu her zaman. Ders bitiş zili çalınca Kayserinin kravatları gevşemiş delikanları, hızlı adımlarla yürüyen kızları, birkaç sokak satıcısı, bir iki omuzlaşma, çıkar çıkmaz köşe başında sigaralarını yakan tiryakileri ile zamanı yakalamaya çalışan bir liseydi.
İlk sene sonunda Kayseri’ye geri dönerken birisi ile yapılan otobüs yolculuğu sırasında öğrenmiştim tarihini. Bir devlet fabrikasında yöneticiydi. Gözlerinde büyük bir ışık ve yüreğinde kocaman bir heyecan ile anlatmıştı. Yıl Kurtuluş Savaşı yılları. Kayseri Lisesi Çanakkale savaşında sadece dokuz mezun verebilmiş o yorgun millet işgale uğramış ardından Kurtuluş savaşı yılları. Ankara’daki meclis Kayseri’ye taşınmaya karar almış büyük bir telaş var. 24 Temmuz 1921 de meclis Kayseri’ye taşınma kararını alınca Kayseri Lisesi Meclis toplantısı için uygun hale getirilmiş. Bunu duyan Kayseri lisesinin öğrencileri okullarından kaçarak Sakarya Savaşına katılmışlar. Sakarya Savaşının kazanılması sonrasında meclis Ankara’da kalmıştı. İlk dinlediğimde çarpılmıştım sarsılmıştım. Çocukluk yıllarımda Çanakkale ile ilgili, Kurtuluş savaşı ile ilgili çok öykü dinlemiştim. Gençliğim ulus olmanın, ülkeyi sevmenin tartışılmadığı ama mutluluk ve refahın sağlanmasındaki yolculuğun farklı olduğu bir kavga ile geçti. En yakın arkadaşlarımı bizim anarşi diye tanımladığımız yıllarda kaybettim. Yüzlerce vatan evladı bu kavgada yitip gitti. O kötü yıllarda bile kimsenin aklına millet olmaktan vazgeçmek hiç gelmemişti. Benim yıllarımda andımızı okumak istiklal marşını dinlemek gözlerimizin dolmasına yeterdi. Benim kuşağım Kıbrıs savaşını gördü, millet olmayı bilirdi. Yıllar sonra o otobüs yolculuğunda Kıbrıs harekatında hissettiklerim, yüreğimde sızı, ellerimde heyecan ile dinlemiştim Kayseri Lisesini.
İlk hafta yoğun ders ile geçmişti. Hafta sonu kendimi durduramadım. Lisenin kapısında buldum kendimi. Cumartesi günü bomboştu okul. İçeriye girdim. Kapıdan girer girmez kirli sakallı bir hademe. “okul kapalı gardaş hayırdır” dedi. “Biliyorum merak ettim gezmem mümkün mü?” diye sordum. “Niye buradan mı mezunsun?” dedi. “Hayır” dedim “sadece tarihini biliyorum merak ettim”. “İçerde kimse yok sonra gelirsin benim başımı belaya sokma” dedi. Temizliğe süpürgeyi sert sert savurarak devam etti. Dışarı çıktım sonra mutlaka gezmeliyim diye düşünerek eve geldim. O akşamı ders çalışarak geçirdim. Uyumuşum.
On dört, on beş yaşındaydı. Üstünde aba kumaştan yünlü bir asker elbisesi ayağında altı delinmiş bir çift çarık başında rengi bozulmuş bir serpuş vardı. Yüzünde belli ki yalnızlığı, ana baba özleminin hüznü, erkenden adam olmanın ağırlığı. Göğsünün sol tarafında rengi atmış yeşil çuhadan bir erat amblemi, hemen altından kan sızıyordu. İnanamadım tekrar baktım, tam kalbinin üzerinden kan sızıyordu. Yüzümdeki şaşkınlığı anlamış olmalı ki gülümsedi. Gülünce kapkara kömür gözlerini gördüm derinlerinde bir kurdun cesareti vardı. “Emmi” dedi. “Merak buyurma. Ben Halil oğlu Mustafa. Memleketim Kayseri. Okulda kalacak hal mi vardı. Memleket elden gidiyordu. Abidin hocamız dedi ki paşanın meclisi Kayseri’ye taşınırmış. Memleketin her yerini gavur işgal etmiş. Tüm arkadaşlar çıktık yola geldik buralara.” Gözlerim doldu ağlarken çocuğun yüzü yağmurda ıslanan cam gibi donuklaşıyordu. “çocuğum sen çok küçüksün çok” diyebildim. Asıldı suratı “emmi” dedi “milletini sevmenin, istikbali istemenin yaşı mı olur?. Bak emmi benim babam Halil Çanakkale’de şehit oldu. Amcam da halamın kocası da. Bu millet için lazımsa biraz kan dökülür. Abidin hoca dedi ki vatan dışında gayrısı yoktur.” Elini sol göğsüne götürdü. Üniformasını delen kurşun akan kırmızılık eline bulaştı. Kaldırdı elini yıkayan kanına baktı. Bir iki kelime mırıldandı, döndü gözlerime baktı. “Canım hiç acımadı emmi eğer bulursan anama söyle de ki babama selamını götürüyorum. Anama deki ağlamasın babam için yeterince ağladı benim için ağlamasın. Ben biliyorum bu millet bu gavurdan kurtulacak. Anama de ki emmi kardaşlarıma iyi baksın. Ağlıyor bağırıyordum ama sesimi duyamıyordum. Halil oğlu Mustafa yavaş adımlarla kayboldu gözlerimin önünden.
Bu rüyayı hiç unutmadım. Halil oğlu Mustafa’nın o kurt gözlerini hiç unutmadım. Bir gece otobüs yolculuğu sırasında öğrendiğim taş mektep ve millet sevdasından, verdiğim söz nedeni ile hiç vazgeçmedim. Okul boyunca her yıl bir fırsatını bulur taş mektebin koridorlarında gezerdim. Belki beni duyar diye Mustafa. Kayseri lisesi yani Taş mektep o savaş yıllarında tüm talebelerini kaybetti. Okulun defterinde “son sınıf talebeleri Sakarya Savaşı için cephede şehit düştüğünden bu öğretim yılında okul mezun verememiştir.” yazar. Bu milletin ne kocaman olduğunu göstermez mi bu?
Yorumlar
Kalan Karakter: