O akşam anam en çok sevdiğim çorbayı ve yemeği yaptı. Masa başında ailece sohbet ettik. Babam rakısını açtı hepimiz birer kadeh içtik. Fazlası sadece çok özel günlerde içilirdi. Mutfakta köşeye yerleşmiş bir radyomuz vardı. Ahşap bir radyo. Üstünde bir plakçaları vardı. Onu açtık. Babam Mustafa Sağyaşar’ı çok severdi. Bir longplay’ı vardı. Onu çaldık. Babam kıskandığı rakısından vazgeçti. Dibini bulduk. Şarkılara eşlik ettik. Anam bizi masadan kaldırmaya çalıştıkça inadına oturduk. Gece yarısı olmuştu. Galiba kimse sabah olsun istemiyordu. Anam masayı topladı. Yatağım yapılıydı. Evimizin önünde camı aydınlatan sokak ışığını seyrettim uzun uzun. Kayseri’yi, İzmir’in yağmurlarını, özlemleri düşündüm. Önümde var olan yeni yılın hayalini kurdum. Yatağıma uzandım gözlerimi kapattım.
Sabah geç uyandık. Babam işe gitmişti. Anam mutfaktaydı. Mis gibi ekmek kokusu, pişi hamurunun peynirin ekşi ama insanı uyandıran kokusu ve ocakta tıkırdayan çay. Dışarda yağmur vardı. Bavulum, kolim ayakkabılığın kenarında bir gazete üzerinde beni bekliyordu. Kahvaltı öncesi sıcak bir banyo yaptım. Sonra oturduk kahvaltıya. Anam çayıma atılan şekeri bile hazırlamıştı. Güle oynaya kahvaltı yaptık.
Babamın sağlık kabini okul yolunda, yokuşun başındaydı. Bir seri dükkanın ilk sırasında karşısında bir diş laboratuvarı. Diş laboratuvarını babamın bir sınıf arkadaşı işletirdi. Çok özel bir adamdı akşamüstü dükkanın arkasında küçük bir masada biraz peynir rokalı bir salata yapar ve rakı içerdi. Akşamolur o tertemiz sesi ile Türk sanat müziği söylerdi. Zeki Müren’e benzerdi sesi elleri yumuşacık, sesi yumuşacık, yüreği yumuşacık bir adamdı.Dükkana ne zaman gitsem yanına giderdim. Sanki uzun yıllardır görmüyormuş gibi sarılırdı bana. Kızardım “oğlum ne var ömrümüz azaldı borcuna sarılıyorum. Belki bu akşam sonolacak amcan terk edecek bu dünyayı” derdi. Çay bardağı ile içerdi rakısını arada bir kadehte bana verirdi. Aykırı bir adamdı. “ eğer içipte komaya girmezsem neden içeyim bunu” diyen bir adam ama Ramazan’da asla içmeyen de bir adam. Dükkanındaki beslediği balık öldü diye ağlayan ama içip dağıtınca kavga edebilen bir adamdı. Uzun yıllar boyunca o dükkanda şarkı söyledi ve rakı içti dağıttı. Bir Kayseri dönüşünde yıllar sonra babam ağlayarak ölüm haberini verdi. Babamla uzun uzun ağladık. Ben onu çok özlüyorum.
Dükkandan girdim. Babam oturuyordu gazete okuyordu. Biraz zaman geçirdik beraber.Öğle olmuştu. Diş laboratuvarı kapalıydı. Babam hemen anladı “rahatsız bugün hastaneye gitti merak etme oğlum” dedi. Gazeteyi bana verdi. Bende okudum. Alt katta arkadaşımın matbaası vardı oraya çay içmeye gittim sonra. Saatler hızlıca geçiverdi. Babam “hadi oğlum eve gidelim öğle yemeğini yiyelim” dedi. Eve döndük. Babam alel acele yemeğini yedi.“Saat iki olmuş hadi yolculuk vakti” dedi.
Saat beş, hep saat beş’te kalkardı Kayseri otobüsleri. Terminal şehir merkezinde o yıllarda. Doluştuk arabamıza. Terminal kalabalık. Çığırtkanlar bağıra çağıra yolcu arıyor. Yarısı anlaşılmayan anonslar ve ardından çalınan zil ile bir çok perondan otobüsler hareket ediyordu. Otobüs muavinleri lacivert pantolon beyaz gömlek mor gravatlı olurlar, otobüsün bagajlarını açar ellerindeki bagaj kartlarını bavullara hızlıca bağlar ve bagajı yerleştirirlerdi. Hareket etmeden önce otobüse biletler kontrol edilir, muavin bağıra çağıra şöförün manevrasına yardım eder ve yolculuk başlardı. Anam sürekli direktifler verdi durdu. Muavin benim bagajlarımı yerleştirdi. Şöför oturdu koltuğuna arabayı çalıştırdı. Anama sarıldım sonra babama sonra kardeşime. Anam yine ağlıyordu. Otobüse bindim koltuğuma oturdum. Elimi cama koydum aklımı ve yüreğimi de İzmir’e. Otobüs hareket etti, anam hüzünle beni seyretti. Yolculuk başladı. Yeni bir sene, yeni hayaller. Kayseri’ye alışmaya değil adam olmaya gidiyor olduğumu en çok bu ayrılıkçı yolculuklarda hatırladım ve hiç unutmadım.
Yorumlar
Kalan Karakter: