Kayseri’de zordu o yıllar. Örneğin lokantalar zordu. Akşam iş yerleri kapanınca neredeyse tüm lokantalar esnaf lokantası gibi kapanırdı. Açıkta sadece otobüs terminalinin lokantası bir de ailelerin gittiği fiyatı yüksek bir iki et lokantası kalırdı. O yıl çarşı içinde binanın üst katında açılmış bir lokanta vardı. Öğrencilerin gidebileceği tek yerdi. Hacı usta çıraklıktan yetişme bir aşçı. Kayseri’de birçok lokanta da çalışmış, sonrasında bu dükkânı açmış. Burası hiçbir lüksü olmayan bir lokantaydı. Metal tabaklar, çelik bardaklar ve sürahi. Rengi griye dönmüş silme bezlerini omuzlarına atan, istenilen yemekleri bağırarak aşçıya ileten garsonlar, ekmek ve su için koşturan bulaşık yıkamaktan elleri yara olmuş komiler. Çoğunlukla hiç değişmeyen bir menü; İki üç çeşit çorba, mevsimine göre sebze yemekleri. Kasanın önünde Hacı olurdu. Şefkatli bir adamdı. Önce bir fiyatı toplar, sonra üzerinde düşünür sonrasında indirim yapardı.
Öğrencilik de zordu. Paralar kısıtlıydı. Mümkünse yemekler evde yenilirdi. Bunun için haftalık yemek listesi yapılır, bu liste için kura çekilir, hangi gün yemek sırası sizde ise okuldan erken gelir ve o yemek listesini yapardınız. Bazı yemekler kolay yapılırdı mesela yumurta çılbır, makarna. Bazıları zordu İzmir köfte, kuru fasulye gibi. Akşam katlanır masa açılır, üzerine çatal, kaşık ve metal tabaklar bir sürahi ve bardaklar konur birde bol bol ekmek. Yemek hızlıca yenilir, çay içilir nöbetçi bulaşığı yıkardı. Ders saatinde sanki teneffüs yapılırmış gibi odalar ziyaret edilirdi. Neredeyse hepimiz sigara içerdik o yıllarda. Odada o kadar sigara dumanı olurdu ki pencere açılınca duman yangın varmış gibi çıkardı. Bir daireden bu kadar duman çıkarsa o daire öğrenci eviydi.
Haftada birgün genellikle haftasonu dışarıda yemek yenilmesi nerede ise kuraldı. O akşam Hamam eşyaları alınır bir torbaya konur. Lokantaya yemek yemeye gidilir, sonra hamam, sonra da eve gidilirdi. Bazen önce hamama gidilir, çıkışta yeni pişmiş ekmek alınır, peynir konur içine eve gelinir ve çay ile kahvaltı yapılırdı. Kış geldi mi PTT’nin arkasındaki halin yola bakan kısmında balıkçı tezgâhları bolca balık ile dolardı. Ege’den benim gibi Kayseri’ye gelen öğrenciler için bayram demekti bu. O tezgâhları seyrederdim. Hayal işte; o tezgâhları dolduran balıkların beyaz ışık ile yansıyan ışıltıları beni denize götürürdü. Denizi, yüzüme çarpan serin rüzgârı hissederdim. Yağmuru hiç bitmeyen memleketimin dalgalı denizine götürürdü beni balıkların yakamozu. Özlemek bir koku, bir renk, bir tebessüm olurdu yüzümde, hayal olurdu bir buluta binmiş.
Balığın bol olduğu kış aylarında yemek listelerinde limonlu hamsi buğulama ya da kızartma olunca her şey ertelenir, dersler serilirdi. Masanın kenarında bir rakı olurdu o vakit. Çay bardakları bu sefer rakı ile dolar, şarkılar türküler gece gözler yaşlı biterdi.
O akşam evden hamam sonrasında yemek için çıkmıştık. Selahattin hamamına girdik. İki kişiyiz diğeri memlekette. Hamamda bolca temizlendik. Çıktık. Hacının lokantasında yemeğimizi yedik. Kasaya gittim. Ben ödeyeceğim. Elimi cüzdanıma attım cüzdan yok. Utandım ama belli etmedim. Arkadaşımın yanına gittim. “Cüzdanım yok ya nerede acaba? Çaldırdık mı? Öde çıkalım” dedim. “Param yok ki en sonunu hamama verdim” dedi. Elim ayağım birbirine dolaştı. Param olmadığı için dışarda kar altında kaldığım geceyi hatırladım. İçim titremeye başladı. Hacı ustaya baktım. Kafamı öne eğdim. “Cüzdanımı bulamıyorum arkadaşta yanına para almamış usta yarın ödesem olur mu?” dedim. Yüzüme baktı gülümsedi. “Lafımı olur kardaşım benden olsun” dedi. “Olmaz usta yarın gelir öderim” dedim. Gülümsedi “sizler olmasanız bu dükkân döner mi kardaş olur böyle şeyler ama madem istiyorsun. İşte şurada deftere yazdım. Veresiye defterinde adın var gelir ödersin” dedi. Yıllarca o lokantada birçok öğrencinin benim gibi veresiye borçları oldu. Hacı usta büyük bir iş adamı oldu. Öğrendim ki dernek başkanı olmuş.
Şefkatin, zordan anlamanın, Anadolu duyarlılığının hiçbir şeyi kaybettirmediğini, aksine iyi adam olmanın dost sahibi olmak ile aynı olduğunu ve bir dost sıcağının bir insan için en önemli kazanç olduğunu o yıllarda ödeyemediğim bir yemek parası ile öğrendim.
O gece evin kapısı çalındı. Kapıyı açtım hamamın çırağı elinde benim cüzdan “abi cüzdanı düşürmüşsün patron karıştırdı biraz ama yanlış anlama adresi buluruz diye. Bulduk şükür hele birde paralarını say var mı bir eksik?” Saydım “yok dedim sağ olasın” biraz para çıkardım vermek için. Gözleri büyüdü “abi bu bizim vazifemiz al paranı hayırlı akşamlar” dedi.
Ben yine o akşam bir çıraktan insan olmak için okumanın yazmanın değil de yüreğimizde var olan insan sevgisi ile ilgili olduğunu öğrendim. Öğretenin yaşı değil öğrendikleri önemli insanın.
Yorumlar
Kalan Karakter: