Laboratuvar uygulamaları genellikle öğleden sonra olurdu. Sabah amfide ortak ders olur, öğle yemeği ardından pratik dersler. Bir sınıf dört ya da altı gruba bölünmüştü. Bazı gruplar kimya, bazı gruplar biyoloji ya da biyokimya laboratuvarında, pratik eğitimini yapıyordu, bu dersler akşama kadar ancak bitiyordu. Organik kimya ilk yılın önemli derslerinden birisiydi. Organik kimyanın hocası Almanya’da uzun süre kalmış orada bulduğu bir iki bileşik sayesinde olduğu iddia edilen cam göbeği mavisi bir Volkswagen arabası olan Yunus hocaydı. Ders anlatırken kendine ait bir şivesi ve her bir molekül için hayattaki karşılığını anlattığı küçük fıkraları olan zeki bir adamdı. Yumuşacık oduncu gömlekleri giyer, önlüğü hep lekeli olur aklında hep bir başka mesele olduğu için size cevap verirken ara ara dururdu. Fakat asla unutmazdı. Verdiği her sözü, konuştuğu herkesi hatırlardı. Her organik dersine kendi enerjisi ile girer, ders boyunca o enerjisini hep arttırarak sürdürür, ders boyunca mutlaka kahkahalar atılır ve ders ansızın biterdi. Kendi halinde ama çok çalışkan bir asistanı vardı benzerdi aslında hocasına. Ama enerjisi düşüktü, yorgundu ve az gülerdi. Yunus hocanın esprilerine sadece gülümseyerek katılırdı.
Mikrobiyoloji hocamız Afgan’dı. Ülkesinden Türkiye’ye sığınmıştı. Ders anlatırken kullandığı slaytların arasına Afganistan’daki evinin, akrabalarının, yaşadığı toprakların sararmış fotoğraflarından çoğaltılmış resimlerini serpiştirir. Ders anlatırken bu slaytlara sıra geldiğinde sesi değişir gözleri dolar heyecan ile o resimdeki memleketini anlatırdı. Şiveli Türkçesi ile memleketinin güzelliklerinden bahseder, gururla özlediği akrabalarını anlatır, misafirlik için geldiğini ama geri dönemediğini söylerdi. Biz bilirdik hep gitmek istediğini ama gidemeyeceğini. Türkiye’de öldü memleketine gidemedi. Bu topraklarda ebedi misafirliğinde Ahmet hoca.
Embriyoloji patoloji derslerinin kendine ait bir havası vardı. Çünkü tıp temel bilimlerinin sadece patoloji ana bilim dalında uzman ve hoca olmak için tıp doktoru olmak mecburiydi. O yıllarda bir tıp doktorunun biyokimyacı mikrobiyolog olması çok görülmezdi. Çünkü temel bilimler biraz önemsiz değerlendirilirdi. Her öğrenci genel cerrah dahiliyeci kadın doğumcu olmak düşü ile okurdu sınıflarda. Son sene neredeyse herkes ne olacağına karar verirdi. Bu kararların tamama yakını klinik bilimlerden olurdu.
Patoloji hocamız İngiltere’den gelmişti. İskoç yününden kareli ceketler, renkli gömlekler giyer çok geniş kravatlar takardı. Kısa cümleler ile konuşur, hep aynı ton ile ders anlatır. Yaptığı esprilere sadece kendisi gülümserdi. O esprileri sonra düşününce anlar ve saatler sonra gülerdik. Hazırcevap bir adamdı. Kısa düşünür yavaş konuşur ama zeka dolu cevaplar verirdi. Slayt makinasından gösterdiği embriyoloji görüntüleri hücre biçimleri hepimizi alır bir hayal dünyasına götürürdü. Rengarenk boyalar arasında sıkışmış kalmış hücreler, kenarlarında küçük ok işaretleri ile işaretlenmiş hücre parçaları, devasa görevleri olan hücre organelleri, bizleri bir fabrikanın büyülü dünyasına götürürdü. Ben o yıllarda bu slaytları seyrederken yüzüme rüzgarın vurduğu, satıcıların, dolmuş muavinlerin bağrıştığı İzmir’in soğuk ve yağmurlu akşamlarını hissederdim tenimde. Karmaşa ve düzensizlik içinde kendine ait kuralları olan şehir İzmir, bir doku boyamasının karmakarışık renklerinden alıp beni bağrına basardı. Hayatım boyunca ne zaman hücre boyaması preparatlarına baksam, embriyoloji kitabımı açsam hep İzmir’in serin yağmurlu rüzgarlı akşamlarının kokusunu duyarım burnumda. Bu özlemekten mi? bilmem, yalnızlık duygusu mu? Bilmem. Bildiğim tek şey bir hayalin peşinden geldiğim bir memleket. Geride kalanı asla kıskanmıyor.
Yunus hoca bütün bir yıl boyunca bizimle uğraştı. Keten reaksiyonu, organik kimyanın vazgeçilmez bileşikleri. Üzüldük sevindik. O yıldan en çok akılda kalan “Atma kardeş din kardeşiyiz” ile biten ders sonuydu. Ahmet hoca sonraki yıllarda Afganistan’daki öykülerine devam etti. Tüberkülozu mantar kültürünü, hastalıklara klinik bakışı öğretti bize birde kültür ekebilmeyi. Patoloji hocası o sene ortalarında ayrılıp başka bir üniversiteye gitti. Onun zeka kokan esprilerini konuşmaya bir süre daha devam ettik.
Yokluk içinde başlayan bir yolculuktu benim eğitimim. Neredeyse tüm arkadaşlarım gibi. Fakir aile çocuklarıydık, küçük bir üniversiteydi okulumuz, yetersiz binalar yetersiz donanım, küçük bir şehirde ve yalnızdık. O küçük ve yokluk içindeki şehirde herkes elinden geleni yaptı. Okul bize öğrenmemiz gereken her şeyi öğretmek için çabaladı. Hocalar daha fazla yoruldular ama bizden asla vazgeçmediler. Kayseri sabırla bize kucak açtı. Yokluklarımız çoktu ama yüreklerimizde yoktan var eden bizim kocaman heyecanlarımız vardı.
Dr. Koray TOPÇU
Yorumlar
Kalan Karakter: