Orada olduğu için suça maruz kalan mı suçlu? Yoksa suçu işleyen iki ayaklı karanlık şer müsvedde mi suçlu? Yoksa onun işlediği suça onu zorlayan çevresi mi? Ya da onunla suça bulaşan diğer şer müsveddelerinin buna boyun eğip sessiz kalanları mı suçlu? Namus derdine düşüp, "aman ortaya çıkmasın" diye suçu gizleyenler mi? Görmezden gelenler mi? En kötüsü, böyle şeyler olabilir deyip suçu legalleştirenler mi? Ya da suça caydırıcı cezalar vermeyenler mi?
Bir olayda birden çok suçlu ve birden çok suç var. Yargılananlar çoğu zaman o suçu işleyenlerin içinde en masumudur. İlk eğitim nasıl ailede başlıyorsa, ilk suç da aileden öğrenilir. İlk suça teşebbüs, ilk suçun legalleştirilmesi ailede başlar. Örneğin, çocuğunuz bir gün sizden habersiz, sizin olan bir şeyi aldığında, ona bunun hırsızlık olduğunu, onun unutamayacağı bir şekilde söylemezseniz çocuk duyarsızlaşır. Şiddeti, yalanı, hileyi, tacizi ve bunun gibi toplum nezdinde olumsuz olarak addedilen şeyleri ilk ailede öğrenilir, sokakta da pekiştirilir ve yanlış olan eğilimlere yönelim, aile içindeki temel eğitimle belirlenir. Bir çocuk demek, bir nesil demek. Her çocuğun annesi bir zamanlar çocuktu, ona öğretilen yanlışı, doğruyu o da çocuğuna öğretti, o da kendi çocuğuna öğretti ve düzen sarsılsa da adalet terazisinde sınıfta kalsa da geçse de öyle ya da böyle çocuk zaman içinde kendini tekrar eder. Anne olunca da annesine döner ve döngü neredeyse bir neslin kaderini belirler. Bir suçun hiç yaşanmaması için, suçluyu ortadan kaldırmak tatmin eder ama yetmez. O suçun köklerini bulmak, toprağını değiştirmek gerekir.
Ama nasıl? Belki de şer müsveddeyi suça iten hastalığı, hastalıklı yaşantısı, karanlığa mecbur bırakılması ya da hastalıklı toprağının karanlıkta yılanla kök salmasıdır. İnsan hayatındaki hemen hemen çoğu şey, ihtiyaçtan, muhtaçlıktan ya da doyumsuzluktan gelir. Kin ve nefretin aşırı salgılanması da tamamen ruhsal bir hastalıktan kaynaklanır. İşlenen suçların çoğu ise acizliktendir. Kabul edilemez, bu suça mazeret gibi görünse de yok sayılamaz; suçun işlenme serüveni bizi gerçek suçluya götürür. Suçluyu bulmak, peki neyi, ne kadar değiştirir? Suç sabitken, suçlu sürekli değişir. Aç olduğu için bakkaldan ekmek çalan kişi ile bakkaldan çaldığı ekmekleri satarak para kazanmaya çalışan kişinin ikisi de ekmek hırsızıdır; suç sabit, suçlu değişken ama sebep birinde açlıkken diğerinde doyumsuzluktur. O halde suçu ortadan kaldırmak gerekir. Hırsızlığın olmadığı, kavganın bittiği, insanın canına kıyılmadığı, kimsenin özgürlüğüne taciz edilmediği bir dünya... O da nasıl mümkün olabilir ki? Dünyayı kurtaran bir adam mı lazım? İyi bir sosyolog, halden anlayan psikolog ya da bir antropolog, belki de kahraman lazım. Her gün duyduğumuz, gördüğümüz bu yaşanan kahrolası olayları doğru pencereden görmek ve bilinçli bir şekilde özümsemek lazım, belki de biraz da empati.
Evren bize aslında her şeyi anlatıyor. Geceyi bölen güneşle, toprağa ekilen fidelerle, karların içinden çıkan kardelenle, kuşların kanadındaki tüylerle, balıkların sadece suda yüzebilmesiyle. Evrenin kitabını okumalı, yerimizi bulmalı ve ona göre yaşamalıyız. Nasıl bir aslan bir balığa zarar vermezse, nasıl kar şık kardelenin oluşumunun önüne geçemezse doğru zamanda ve kendi yerinizde olmanız sizi koruyacaktır ve suçtan, suçludan uzak tutacaktır. Bazen insanın umudu, cesareti, sevgisi, beklentisi, inancı gerçekleri perdeler, o zaman gerçekleri görmek mümkün olmaz, çünkü gerçekler karanlıkla çevrilir. Herkesin ve her şeyin var olduğu dünyada eğer bu karanlığı bölmeye gücünüz varsa ışığınız bol olsun ama yoksa kendi şemsiyenizi açın; belki o zaman üzerinize yağan karanlıktan korursunuz kendinizi ve yanınıza alabildiklerinizi. Unutmayın ki yaşanacak olan yaşanır. Fakat her şeyin birden çok sebebi olduğu gibi her şeyin birden çok müsebbibi de vardır. Unutmayın ki size olan da sizden olandır.
Yorumlar
Kalan Karakter: