İzleyicisine heyecan veren, reytingleri üst sıralardan inmeyen dizilerin onlarca sezon devam ettiğini görürüz. Başlangıçta, senaryosu, kurgusu, bölüm sayısı belliyse bile; beklenilenin üstünde ilgi topladığı takdirde hemen senaryosu değişir, gelişi güzel yeni bölümler üretilir, ekibe yeni oyuncular eklenir. Böylece zamanla ortaya konan yapıtta ne sanat değeri kalmıştır, ne de kalite... Eğer bu bir uyarlama yada gerçek hayattan alıntıysa şayet; çoktan çarpıtılmış, aslından koparılmıştır. Ta ki, izleyici doyup, defterini dürene kadar.
Bizlerde son 5-10 yıldır önümüze konan kalıplaşmış bi kurguyu, film izler gibi izliyoruz.
Bu filmi daha önce gördük diyen, biraz olsun analitik düşünme yetisi olanlar, ekranlardan ilk heyheylenme duyulduğunda, bu filmin nereye varacağını ve nasıl sonuçlanacağınıhemen anlıyor ve başka birkanala zaplıyor.
Efendim konu malum İsveç’in Nato üyeliği. ABD Nato’nun Rusya’ya karşı kuzey genişlemesini elzem görüyor. Sınırı Finlandiya ile çizmiş.İsveç son 1 yıldır Nato’nun yaptığı tatbikatlara katılıyor. Bütün ülkeler onaylamış. Bizimbüyük resmi gören,feraset sahibi esnaf Hüseyin abi, kararımızın kritik olduğunu, istersek veto edip oyunu bozacağımıza inandırılmış. Ama gerçekten öyle mi?
Önce medya üzerinden restleşmeler, ardındankime, neye hizmet ettiği belirsizKur-an yakma, mukaddesata saygısızlık hadiseleri, pazarlıklar,“boşuna kapımıza gelmeyin onaylamam” haykırışları... Evet,her zaman olduğu gibi iş yine olacağına vardı; İsveç’in üyeliği onaylanacak. Karşılığında da pazarlık iddiasında olunan hiç bir somut kazanım elde edilemedi.Yıllar önce defterini kapattığımız AB üyeliğinin önünün açılmasından söz edilmesi de, yüzlerde tebessüm sebebi. Bırakın AB’yi, Serbest dolaşım imkânı bile ufukta gözükmüyor.
Son yıllarda, gereksığınmacılar, gerek coğrafi, gerek jeopolitik konumumuz ve gerekse de, dahil olduğumuz birlikler-paktlar itibariylebizi bazı uluslararası konularda taraf haline getiriyor. Aslında iç siyasetle hiç ilgisi olmayan, konunun ilgilileri dışında toplumun genelinin haberdar olmasına bile lüzum gerektirmeyen, dışişlerinin, elçilerin, bürokratların ilerleteceği rutin süreçler; kasıtlı olarak her seferindeiç siyasetin tam göbeğinde, çirkin ve kurgusal bir pazarlığa dönüştürülüyor.
Ne zaman Türkiye’yi ilgilendiren bir konu gündeme gelse, izlenen tutum kronolojik olarak şöyle ilerliyor; önce iş yokuşa sürülüyor, çeşitli şartlar ortaya koyuluyor, devamında “ben bu görevde oldukça ...” ile başlayan cümleler üst perdeden sarf ediliyor, ardından usul usul teslim olunup,gereği yerine getiriliyor. Nihayetinde iş dönüp dolaşıp, küresel karar vericilerin dediğine gelmiş oluyor. Süreçten nasılda kârlı çıkıldığı yalanınısöyleme görevi de besleme medyasına kalıyor. Tabi onca olup bitenden sonra zihinlerde “dik duran, dünyayı dize getiren lider” imajı kalıyor.
Zaten bu kadar pratikten sonra konunun muhatapları da, bu blöfleri artık yemiyor. Verilen yüksek sesli mesajların kendilerine değil; içeride coşturmak istediği taraftarlarına olduğunun gayet farkındalar. Süreç sonunda istediklerini alacaklarından gram kuşku duymuyorlar. Nitekim; İsveç üyeliği, Suudi prens katilleri, Merkel gazeteciyi, Trump’ta rahibi alıyor.
Yorumlar
Kalan Karakter: