Hepimiz birtakım alışkanlıklara sahip varlıklarız. Düşündüğümüz, söylediğimiz ve yaptığımız her şey aslında beynimizin yıllarca tekrarladığımız davranışlardan öğrendiği ve kişiliğimize kök salmış alışkanlıklarımızın birer sonucudur.
Birbirinin aynı alışkanlıklar genelde bizi ya daha ileriye götürüyor ya da hayattaki potansiyel gelişimimizin önüne geçiyor. Diğer bir deyişle, günlük alışkanlıklarımız nelerse, yaşamımızın durumu ve kalitesi de doğrudan onların bir yansıması olarak çıkıyor karşımıza. Bir insanın varlığına alışmak, her gün görmek istemek, varlığını hissetmek, var olduğunu bilmek duygusudur. Hiç beklenmeyen bir anda avuçlarınızdan kayıp gidince duyulan acı ve hüzünlü bir duygudur.
Sevmek ve bağlanmak ise çok farklı bir duygudur, varlığını ruhunda hissetmek sevmek, sevilmek duygusu sanki hiç gitmeyecek gibi onun varlığı ile yaşamaktır. ‘’+Mükemmel mi? –Hayır. – Çok mu güzel? –Hayır. +Çok mu zeki? –Hayır. +Peki, öyleyse neden o? –Bazen sadece seversin.’’ /La Fille Sur Le Pont/ Sevmek sanki o gidince her şey bitecekmiş gibi hissetmektedir.
İnsan hiç farkında olmadan alışır aslında, ancak onu kaybedince anlar yüreğinde olan kocaman bir boşluğu ve hiçlik duygusunu, bu duyguyu herkes farklı şekilde dışa vurarak belli eder. Kimi alıştığını, sevdiğini içine kapanarak gösterirken, kimi de bu duygusunu dışa vurarak gösterir. Bazı insanlar hırçınlaşırken, bazı insanlarda mutluluk pozları sergilerler. Her iki davranış şekli ile duyguları dışa vuran insanlarda biraz saçmalamaya meyillidirler. Çünkü bu iki duygu insanların kimyasını bozan durumların ortaya çıkmasını sağlar. Elindekinin kıymetini bilmeyen insanlar alıştığı kişiyi kaybedince, hayatında ki herkes gitmiş gibi hisseder. Herkesten, her şeyden kaçıp köşesine çekilmek ister.
Örneğin; Sevdiğimiz veya ilgi duyduğumuz insanı her zaman gördüğünüz mekânlardan (sokaklardan, caddelerden) geçerken sırf alışkanlıktan dönüp hepimiz bakarız, buda bir alışkanlıktır. Belki onu bir kez daha görebilme isteği, belki istem dışı bir alışkanlık, belki onu gerçekten sevdiğiniz için bunun örneklerini çoğaltabiliriz. Bu davranışlarınızın adını hiçbir şekilde koyamıyor iseniz zaten o zaman vay halinize diyebiliriz. Alışmak mı? Sevmek mi? Diye sorulacak olursa benim fikrim alışmak, sevmekten daha ağır basan bir duygudur. Sevginin tarifi yoktur, onu en iyi gözler anlatır. Sevdiğiniz insana bir bakışınız, ona sıcacık samimi ve içten bir gülümsemeniz, onun yanında olmak istemeniz gibi çoğaltarak büyütülebilecek kocaman bir duygu yoğunluğunun toparlanmış halidir. Alışmak ise onda gördüğünüz ve alıştığınız davranışları bir başka kişide arayıp bulamamaktır. Sevdiğiniz yâda alıştığınız insanın size yaptığı bir şakası, size tatlı, sert kızması, bir gülüşü, bir sohbeti, bir kavgasını, bir, bir diye daha birçok şey eklenebilecek, ucu açık bir şey alışkanlık, onda aradığınızı başkasında yâda başkalarında bulma çabasıdır. Fakat hiçbir zaman bir başkasında onda olan özellikleri bulamamaktır. Onunla ettiğiniz kavgaları, didişmeleri bile özlemle hatırlıyorsanız, yüzünüzde buruk ama acı bir hüzün hâkim oluyorsa, bu hala o alışkanlığınızdan vazgeçemediğinizi gösterir. Mesela sigara yâda diğer bağımlılık yapan kötü alışkanlıklar aslında sevilmez ama ondan kurtulmakta öyle ha demeye olmaz. Çünkü alışkanlık yapmıştır ve alışkanlıklar kolay kolay bırakılamaz. Bazen ne kadar direnç gösterseniz de, anlık terkedilemeyen duygulardır.
Kısacası özetleyecek olur isek her iki duygu da insana acı verir kimine göre sevmek zor, kimine göre ise alışmak zordur.
Yorumlar
Kalan Karakter: