Önce görev yaptığım projede tanıştığım bir dostum yaşadığı bir deneyimden bahsetti olay şöyle; kilogram fiyatı 120 lira olan bir baklavacıdan bir kilogram baklava sipariş veriyor. Baklavacı gösterişli baklava kutusunu eline alıp içerisine baklava dilimlerini özenle dizdikten sonra hassas teraziye koyuyor. Tam bu sırada yanındaki arkadaşı tezgahtardan kutunun darasını almasını istiyor. Dostum biraz utana sıkıla bekliyor bu talebin yerine getirilmesini. Adam başka boş bir kutuyu aynı teraziye koyduğunda kantarın ekranı 95 gramı gösteriyor. Bana bu olayı aktaran dostum, “abi sen bu olaydan haberdar olmamış olsan o kutuya kaç lira verirdin?” diye sordu. Ben de gayri ihtiyarı 2,5 lira demiştim, ancak görünen o ki söz konusu baklavacı bu kutu için yaklaşık 12 Türk Lirası fazladan ciro elde ediyor. Belki de 2,5 liraya aldığı kutuyu 12 liraya satıyor. Üstelik bu gramaj 1 kiloluk kutu için geçerli, 2 kilo sipariş verdiğinizde kutunun gramajı 150 grama ulaşıyormuş. Bu olay cebinizde dursun, şimdi gelelim ikinci vakaya.
Pazarcı Teyzenin İş Ahlakı
Cumartesi günü Ankara’da bir semt pazarına gittim alışveriş için, pazarın içinde olmayan ancak hemen bitişiğindeki sokakta seyyar şekilde civar köylerde yaşayan köylülerden alışveriş yapmaya çalışırım her zaman. Sanırım bilinçaltımda Rusya’nın ve civar ülkelerin laboratuvar sonuçlarına bakıp almadıkları sebze ve meyvelerin pazara düşmesi ve benim onları satın alma ihtimalim var. Yaklaşık altmışlı yaşlarda olduğunu düşündüğüm bir kadın var pazarın hemen bitişiğinde, o ne satıyorsa mutlaka alırım, bu hafta da şansıma dut getirmiş, bilirsiniz oldukça narin ve ezilmeye yatkın bir meyvedir kendisi. Kilosu 5 lira olan bu duttan 1,5 kilogram vermesini rica ettim. Sen önce bir tadına bak eve gidince kavga çıkmasın dedi gülerek, -yalnız yaşadığımı bilmeden. Tadına bakıp onay verdikten sonra; önce yanında getirdiği koliden beş litrelik pet su şişesinin ağız kısmını keserek elde ettiği plastik kaseyi çıkardı – bunu sattığı dutlar tüketilecekleri eve ulaşana kadar yolda ezilmesinler diye kendisi icat etmiş, sonra “icat ettiği kasenin darasını aldı”, sonra dutları içine özenle koyduktan ve bir poşete yerleştirdikten sonra içine aynı tezgahtaki vişnelerden beş on tane attı. Ben ücretini ödeyip giderken de haftaya elma ve yoğurt getireceğini söyledi kibarca. Geleceğimi söyleyerek uzaklaştım. Bu deneyim zihnimde ilk aktardığım baklavacı olayını getirdi aklıma birden ve böylece bu yazı çıktı ortaya. Bir tarafta kilogramını 120 liraya sattığı ve kutu darasının göz ardı edilemeyecek bir tutara sahip olduğunu bildiği halde darasını almayan baklavacı, öte tarafta kucağında torunlarının olması gerektiği yaşta güneşin altında bahçesindeki dutları satmaya çalışırken kendi icat ettiği kasenin 30 gramlık (toplamda 15 kuruş etki ediyor kilogramına) darasını alan güler yüzlü pazarcı teyzem.
Peki pazarcı teyze beni bu kadar etkileyecek ne yapmıştı? Şimdi bir düşünelim; öncelikle sattığı ürünün niteliğine güvendiğini göstermiş önce tadına bak beğenmezsen alma demişti üstelik bunu oldukça nazik ve nüktedan bir biçimde yapmıştı. Hatta bu noktada biraz da empati söz konusu, çarşı pazardan çürük mal alan kocaların karşılaştığı sonu biliyordu. Sonra hiç sorumluluğu olmadığı halde satın alma süreci tamamlandıktan sonra eve götürene kadar sattığı ürünlerin tazeliğini korunmasını garanti altına almıştı kendi icadıyla. Ardından kasenin darasını alarak hem benim hakkımı korumuş hem de kendi kazancına haram karışmamasını sağlamıştı. Poşetin içine sattığı diğer ürün olan vişne serpiştirerek, ‘demo ürünün’ de tadına bakmamı sağlamıştı. Son olarak haftaya geldiğimde beni ne beklediği konusunda bilgilendirmişti. İndirim marketlerin ilanlarındaki gibi, çıkardığım sonuç şu; tercih edilmek ve teveccüh görmek için illa kurumsal olmaya gerek yoktu, bireysel olarak da benzer hatta daha başarılı neticeler elde edilebilir. Sonuç olarak adını dahi bilmediğim pazarcı teyzenin sadık bir müşterisiydim haftalardır. Ve bundan sonra da ihtiyacım olmasa bile ondan alışveriş yapmaya devam edecektim.
Git O Zaman Oradan Al
Bendevi Bey’in kulakları çınlasın ama, ben normalde küçük esnaftan pek alışveriş yapmam. Zira ne zaman niyetlensem tokat gibi bir karşılık bulurum hep karşımda. En son gecenin bir yarısı canım dondurma çekmiş ve evimin hemen karşısındaki bakkala gidip, dondurma dolabında kutu dondurma bulamayınca ‘her yerde var sizde niye yok’ diye sorduğumda o kırk yıllık yanıtı işitmiştim. “git o zaman oradan al” Bu ve benzeri durumların çokluğunun, insanları esnaftan alışveriş yapmaktan uzaklaştırdığını düşünüyorum. Sadece satın alma değil mesela aldığınız ürünü iade etmek çok ayrı bir meseledir. Benden aldığını nereden bileyim, senin bozmadığın ne malum, bu başka benim sattığım başka gibi pek çok durumla baş etmek sağlam bir sabır gerektirdiği için yerinde tüketilen gıda ürünleri haricinde yolumu düşürmemeye çalışırım.
Bir yanda baklavacının elde ettiği haksız kazanç, öteki yanda ihtiyacı olduğu halde haram kazanca el uzatmayan pazarcı teyze beni tüketicilerin neden alışverişlerini internet ve AVM’lerden yaptıkları hususu konusunda düşünmeye sevk etti. Çünkü kurumsal zincir mağazalar gerek satış aşamasında gerekse satış sonrasında sundukları hizmetlerle çok uzun bir yol aldılar perakende macerasında. Gerek puan kazandıran sadakat programları ile gerekse ‘işi kolaylaştıran’ uygulamaları ile –mesela bugün pek çok hipermarketin akıllı telefon uygulamaları ile alışveriş yapabiliyor ve kapınıza kadar getirtebiliyorsunuz. Herhangi bir AVM’de bulunan mağazadan aldığınız ürünü aynı markanın başka bir AVM’deki şubesine iade edebiliyorsunuz. Doğru ürüne doğru fiyata sahip olup pişman olduğunuzda kimseyle muhatap olmadan, hakem heyetleri ile uğraşmadan verdiğiniz parayı geri alabiliyorsunuz. İşin içinde zanaat, el emeği, sanat, beceri yoksa tüketiciler; kahraman mahalle bakkalı VS indirim marketler savaşında safını çoktan aldı bence.
Arı kovanına çomak soktuğumun farkındayım ama; bu durumun değişmesi için esnafımızın, pazarcı teyzeden öğreneceği çok şey var. Tatlı dil, sattığı malın arkasında durmak, adil ve dürüstlük bunların en başında.
Endeksleri Nasıl Okumalıyız?
Belli başlı her sektörde olduğu gibi, AVM ve perakende sektörünün de verilerini takip eden çeşitli resmi ve özel kuruluşlar var. Kimi dernek, kimi akademi, kimi resmi kurum çatısı altında faaliyet gösteriyor. Aylık bazda mağazaların cirolarını takip ederek bir almanak oluşturmaya çalışıyorlar. Perakende endeksi, güven endeksi, ciro endeksi gibi matematiksel çalışmalar yapıyorlar.
Sektörün içinden birisi olarak takip etmek görevimiz, ancak rakamlarla gerçek hayatın yani çarşı pazarın durumunu karşılaştırınca inandırıcılığını tartışmak da görev oluyor. Şimdi önce veriye bir bakalım. 2016 Nisan ayında 182, 2017 Nisan ayında 208, 2018 Nisan ayında 246 olan ciro endeksi 2019 Nisan ayında 281 olmuş. Yani perakendeye konu olan ürünlerden elde edilen ciro yaklaşık yüzde 14 artmış. Geçen gün ulusal bir perakende devinde bölge müdürü olarak görev yapan bir dostumla yemekte bir araya geldik. Şubelerin durumlarını sorduğumda şu yanıtı vermişti; “hepsi bir önceki yılın aynı dönemine göre büyümüş. Ama zaten fiyatlara yüzde 35 zam yaptık dolayısı ile yüzde 35’in altındaki bir oran büyüme sayılmaz” Bu bakış açısı ile baktığımızda yüzde 14’lük büyüme oranı aslında fiyat artışından kaynaklanıyor. Üstelik ortada büyüme değil küçülme var, çünkü A firması 2018 Nisan ayında sattığı kadar tişörtü 2019 Nisan ayında da satmış olsaydı cirosu yüzde 35 artmış olacaktı.
Yorumlar
Kalan Karakter: