https://www.dailymail.co.uk/news/article-6826655/The-worlds-happiest-countries-REVEALED-Finland-comes-South-Sudan-bleakest.html
Araştırma sonucuna göre dünyanın en mutlu üç ülkesi sırasıyla şöyle; ilk sırada Finlandiya var, ikinci sırada Danimarka, üçüncü sırada Norveç, dördüncü sırada ise İzlanda var. Dünyanın süper gücü ABD 19. sırada mesela. Bizim yurtdışı turlarına rağbet eden kesimin favorileri arasında yer alan İtalya 36. Fransa 24., İspanya ise 30. sırada.
Dikkatinizi çekti mi diye merak ediyorum, dünyanın en mutlu insanları Kuzey Avrupa’da yaşıyorlar. Ekonomisi iflas eden İzlanda, maaşlarından %60 gelir vergisi ödeyen Danimarka ilk beşteler. Elbette ekonomi mutlu olmak için tek başına yeterli değil. Mesela iklim de çok önemli, fiyortlarıyla meşhur Finlandiya, Norveç ve İzlanda’da yılın yüzde 95’inde kar, kış, yağmur var. Güneşi kendi ülkelerinde sadece 15 gün görebiliyorlar. Ya da, bronzlaşabilmek, deniz tatili yapabilmek için başka ülkelere gitmek zorundalar. Zorlu kış koşullarından şikayet ettiğimiz bugünlerden kurtulmak için 2 ay sabretmemiz yeterli. Antalya’da aynı anda hem kar tatili hem de deniz tatili yapabiliyoruz üstelik bu şehre ulaşmak için öyle kıta falan geçmemize gerek yok Türkiye’nin en uzak şehirlerinden biri olan Ağrı’dan Antalya’ya uçakla bir saatte gidebilirsiniz. (gittim oradan biliyorum) Artık konuya girmemi bekliyorsunuz biliyorum, ama bu bir puzzle, parçaları hep birlikte birleştireceğiz biraz daha sabır lütfen. Ankara, İstanbul, İzmir gibi şehirlerde yaşayan okurlarımızın yolu İKEA’ya düşmüştür mutlaka. Diğer şehirlerde yaşayan okurlarımızın bir kısmı da internet üzerinden satış kataloğuna göz atmış belki de alışveriş yapmışlardır. Biraz gözlemci olanlarımız fark etmişlerdir İKEA (bir İsveç markası) daracık alanlarda mükemmel çözümler üretir. 45 metre kare bir alana bir yatak odası, banyo, mutfak, çocuk odası sığdırır da lego gibi mobilyalarla bunu nasıl başarır bunu bir türlü anlayamayız. Bütün bunların altında zorluklardan ve imkansızlıklardan doğmuş bir başarı hikayesi yatar aslında. Topraklarının büyük kısmı buzlar ve karlar altında olan bir ülkenin markasıdır kendisi. Toprak çok değerli olduğu, yüksek vergiler ve yüksek konut fiyatları nedeniyle, üç dört kişilik çekirdek ailelerin modüler çözümlere ihtiyaçları vardır. Ülkemizde ise dar gelirlilere yönelik üretilen TOKİ’ler 120 metre karedir. Son tahlilde, yüzde 60 gelir vergisi ödeyen, 350 gün güneş yüzü göremeyen insanlar nasıl oluyor da dünya üzerindeki en mutlu insanlar olabiliyorlar? Bu sorunun yanıtı yazımızın başlığında saklı, ‘Hygge’ (kendi dillerinde Höge diye okunuyor)
Höge; temel olarak yaşanılan yerin sevgi dolu, sıcacık olmasına dayanıyor. Pencerelerinden güneşi batıramayan, balkonlarında bahçelerinde sofra kuramayan Danimarkalı dostlarımız, sevdikleriyle yaşadıkları dar alanlarda kimi zaman bir şömine, kimi zaman bir kuzine, çok zaman da mumlar ve özenli bir şekilde hazırlanmış yiyecek ve içeceklerle hatta rahat ev kıyafetleriyle mutlu olmaya çalışmışlar. Görünen o ki; bu konuda başarılı da olmuşlar. Mutluluğu evlerinde arayan Kuzey Avrupalı yüksek vergi ödeyen güneşe hasret dostlarımız kendilerini; müzik, samimi atmosferler, hoş sohbet, sıcak kurabiyeler ve rahat ev kıyafetleriyle mutlu edebilmeyi başarmışlar. Elbette detaylar da çok önemli, dertlerinden, sıkıntılarından kurtulmak isteyen bu halkların maaşlarının yüzde kırkı ile satın alabildikleri eşyaları kullanmaktan imtina ettiklerini hiç zannetmiyorum. Mesela benim annem salonumuzu sadece misafirlere açardı, biz oturma odası denen tahminen yirmi metre kare bir odada televizyon izler, ikinci sınıf çatal bıçak takımları ile mevsim meyvelerini tüketir, bayrak göndere çıkınca (tek kanallı dönemde TV yayını gece 00.00’da sona erer, Anıtkabir’deki bayrak devir teslimi ile yayın sona ererdi) odamıza gider yatardık. Bugün evlerde iki tür çatal bıçak takımı var, biri misafirler geldiğinde çıkarılan kallavi takımlar ötekisi ise mutfak çekmecesinde duran lalettayin takımlar. Aynı şekilde salon büfesinde duran tabak çanaklar da misafir gelsin diye arzı endam etmeyi bekliyorlar. Oysa, yarın hayatta olacağının garantisi olmayan bir canlının; bir takım eşyayı belki de hiç göremeyeceği bir zamanda kullanmak istemesi çok manidar değil mi? Erkek iseniz bir kadınla, kadın iseniz bir erkekle ömür boyu mutlu olmak için yola çıkıyorsunuz ama en değerli eşyalarınızı misafirlere saklıyorsunuz! Sanki her bayramda güney illerine göç etmiyorsunuz da misafir ağırlıyorsunuz.
Bugün, ülkemizde yeni evlenmiş bir çiftin sahip olmak istediği bir evin değeri yaklaşık 400.000 Türk Lirası. İmkanı olan peşin alıyor, imkanı olmayan ise beş bazen on yıl kredi ile sahip oluyor. Peki bu evlere peşin veya kredi ile sahip olan insanlar izin veya tatil günlerinde ne yapıyor? AVM’lere gidiyorlar, şuursuzca her bir katı tavaf ediyorlar, hiç ihtiyaçları olmayan şeyleri vitrinlerindeki indirim yapışkanlarına aldanıp satın alıyorlar. On yıl, beş yıl borçlanıp ev satın alıp sonra mutluluğu ailece dışarıda aramak çok manidar değil mi? Biraz ‘Höge’ yahu! Bir cumartesi gecesi çağır en yakın dostlarını, at yanmaz tavaya üç beş çeşit et, ortak bir müzik çal, yanında meşrebine ve mezhebine göre aç bir içecek sonra biraz sohbet muhabbet ertesi gün Pazar, biraz geç kalk, aç müziğini, ailecek bir kahvaltı sonra mesela old school (eski usül) mutluluk oyunları. Bugün Pazar günleri, öğlen saatlerinde AVM’lerin önündeki araç trafiğini ‘Höge Felsefesi’ ile açıklamak mümkün değil. İhtiyacı olmayan şeyleri borçlanarak satın almaya çalışan insanların sayısı, ihtiyaçlarını karşılamak için gelenlerden daha fazla.
Mutlu olmak için ev satın al, sonra o evin içinde mutlu olmaya çalışmak yerine mutluluğu bireysel veya ailece dışarıda ara. Kuzey Avrupa’daki dostlarımızdan daha büyük evlerimiz, daha eski, doğayı daha fazla kirleten ama daha az vergi ödediğimiz araçlarımız, daha büyük ailelerimiz var ama biz evlerimizi hep hayat gailesi içinde otel ve yemekhane gibi kullanıyoruz. Ama, sosyal medya hesaplarımızdan, ev dışında sipariş verdiğimiz süslü dana etinin, masanın, sofranın fotoğrafını paylaşıyoruz.
Yazımızın içinde İKEA’dan bahsetmiştik. 91 yaşında hayatını kaybeden İsveçli Ingvar Kamprad, hayatı boyunca ikinci el kıyafet giymiş bir iş insanı. Çalışanlarına bir A4 kağıdın her iki tarafını kullanmalarını tavsiye edecek ve öldüğünde 92 model ve değeri 4 bin dolar eden bir Volvo’ya binecek kadar da naif. Höge felsefesine 1950’lerde gönül veren Ingvar, bir röportajında şöyle söylüyor; ‘binebileceğiniz en ucuz araca, oturabileceğiniz en pahalı eve sahip olun’. Aslında söylemek istediği şey şöyle bir şey; bir otomobil sizi sadece A noktasından B noktasına götürür, ama bir ev sizin ertesi gün B noktasına gitmek için bir araçtır. Ben 43 yaşımdayım, 30 yaşında ve yaklaşık piyasa değeri 35 bin lira olan bir araca biniyorum. 23 yıllık profesyonel hayatımda, ülkemizin en doğusunda da görev yaptım, ekonominin başkenti olan İstanbul’da da çalıştım, cirosu milyarlarca dolar olan holdinglerde, yalılarda yaşayan patronların 20 yaşındaki araçlarının hararet yapmış radyatörlerine bizzat su koyduklarını da gördüm, Ağrı’nın ücra bir ilçesinde kerpiç evlerin derme çatma pervazlarının altında sıfır highline donanımlardaki araçları da gördüm.
Biraz uzun bir yazı olduğunun farkındayım, uzun bir süredir yazmadığıma verin olur mu? Evlerinizi önemseyin, unutmayın sizlerden daha çok vergi veren, gün, güneş yüzü görmeyen, soğuk ve karla mücadele eden insanlar bizlerden daha mutlu.
Yorumlar
Kalan Karakter: