Yazımızın özünü en başta belirtelim; “içinde yaşadığımız gezegen bize daha ne kadar ev sahipliği yapacak.”
Memelilerin tarihini ve gelişimini araştıran primatoloji ve insanbilim olan antropoloji bize ilk insanların günümüzden yaklaşık 200 bin yıl önce var olmaya başladıklarını söylüyor. Gezegenimiz yaşamın devamı için uygun koşullara sahip olmakla beraber, kapalı devre diyebileceğimiz bir eko sisteme sahip. Dışarıdan içeriye yaşamsal kaynakların girmesi pratikte mümkün değil. Bu anlamda dünyamızı bir beher kabı gibi düşünebiliriz.
Bartlett’in Beher Kabı
Albert Allen Bartlett, fizik alanında kariyer yapmış bir akademisyen. Aritmetik, fizik ve nüfus alanlarında binlerce saat ders vermiş bir profesör. Bartlett’in sürdürülebilirlik üzerine derin çalışmaları var bunlardan birinde şöyle söylüyor; 10.000 kişilik bir nüfus, yılda %7'lik sabit bir oranda büyüseydi, 100 yıl sonra 10 milyonluk bir nüfus büyüklüğüne ulaşırdı. Mütevazi bir büyüme oranı ile bile bileşik büyüme stratejisinin devasa etkileri olduğunu vurguluyor. En başa dönüp beher kabı olarak gördüğümüz gezegenimize her dakika ikiye bölünerek çoğalan bir bakteri koyduğumuzda bileşik çoğalma sonucunda 60 dakika sonra beher kabımız taşıyor. Peki kap ne zaman yarı yarıya doludur? Evet 59. dakikada kabın sadece yarısı doludur.
2075 Yılında 32 Milyar Olacağız
İnsanlığın 1 milyar nüfusa ulaşmasının 100 bin yıl sürdüğünü biliyoruz, 50 yıl sonra 2 milyara ve 1970 yılında ise 4 milyara ulaştı. Bugün ise beher kabında 8 milyar insan yaşamaya çalışıyor. Bu artış oranı ile 30 yıl gibi bir süre sonra 16 milyara ondan 20 sene sonra da 32 milyara ulaşacak. 2075 yılında 32 milyar insan dışarıdan yaşamsal kaynağın giremediği bir kapalı devre sistemde yaşamaya çalışacak. Kulağa imkansız geliyor, zaten imkansız. Savaşmadan sınırlı miktardaki yaşamsal kaynaklara ulaşma fikri ancak fotosentez yapabiliyor olsaydık mümkün olurdu.
Gezegenimizin Doyum Noktası
Sermayenin, kapitalin ve statükonun sürdürülebilirliği prensibine göre bu durum kabul edilemez yani sürdürülemez. Thomas Malthus, 1766 ve 1834 yılları arasında İngiltere’de yaşamış olan bir nüfus bilimci. Yaşadığı yıllar arasında dünya nüfusu henüz 1 milyara ulaşmışken o, bugünlere atıfta bulunan bir hipotez üzerinde çalışmaya başladı. Malthus, dünya nüfusunun bir gün doyum noktasına ulaşacağını söylemiş, bunun toplu katliamlara neden olacağını belirtmişti. Malhus’a göre herhangi bir alandaki "tüketim hızı, üretim hızının üzerine geçince kaynak yetersizlikleri baş gösterir". Tüketim hızı ise doğrudan nüfusun artışıyla ilişkili bir durumdur. Doğa, belirli bir limit aşıldıktan sonra kaynaklarını büyük hızla tüketip dengesini bozan bireyleri yok edecekti. Buna "doğal denge" adını verdi; referansı ise daha önceleri, insan yeryüzünde bile değilken yaşanmış olan kitlesel yok oluşlardı. Bu yok oluş felaketlerinin hepsi, doğal olarak gerçekleşmişti. Sermaye denince akla gelen ilk isimlerden biri olan Bill Gates verdiği beyanatta şöyle diyor; “şimdi, yeni aşılar, sağlık hizmetleri, üreme sağlığı hizmetleri üzerinde gerçekten harika bir iş çıkarırsak, bunu belki de yüzde 10 veya 15 oranında azaltabiliriz.” Hans Rosling’in de bu minvalde farklı fikirleri var, örnekleri çoğaltmak mümkün ama sanırım ana fikri aktarabildim.
Uzayan İnsan Ömrü ve Nüfus Kontrol Çalışmaları
Erken dönemde ortalama insan yaşı bugünküne kıyasla oldukça düşüktü. Orta Çağ döneminde 50 yaşını görebilen insana rastlamak oldukça zordu. Bugün ise; yaklaşık yüzde 50 artışla ortalama insan ömrü 75’e yaklaştı. Bir yanda, insan ömrünü uzatmayı hedefleyen bilimsel araştırmalar öte yanda ise, gezegenin insan nüfusunu kontrol altına almaya çalışan girişimler var. İkisi birbiri ile çelişmiyor mu?
Şimdi alternatif müteşebbislere bakalım, bir yanda protein kaynağı olarak böcek tüketimini makul gösterme ve özendirme çabaları diğer yanda ise, bitkilerden elde edildiği iddia edilen proteinlerle üretilmiş fast food menüleri. Ve tabi NASA’nın alternatif gezegen arayışları için harcadığı trilyonlarca dolar. Bir yanda, milyarlarca insanı alternatif yöntemlerle doyurmayı amaçlayan bilimsel araştırmalar, öteki yanda; develeri itlaf eden devletler... İkisi birbiriyle çelişmiyor mu?
Kıyamet 2060 Yılında Kopacak
Rönesans döneminden sonra, modern bilimin en önemli kurucularından birisi kuşkusuz Sör unvanlı Isaac Newton’dur. Işık, optik ve mekanik üzerine yaptığı çalışmalarla yeni bir çağ başlatan, 27 yaşında profesör olan ve kendisinden önceki pek çok bilim adamının hipotezlerini çürüten Newton’un aslında çok az kişinin bildiği bir yönü daha vardı. Evrenin rasyonel yasalarla yönetildiğini yazan ve simyaya karşı bitmek bilmez bir tutkuya sahip olan Sör Isaac Newton, hayatının son dönemini, simyaya, kutsal kitabı yorumlamaya adamıştı. Yaptığı yüzlerce deney, geliştirdiği ve bugün hala kullanılan Calculus sisteminin, ilahiyat çalışmalarının ardından geliştirdiği ve son haline getirdiği felsefesinde şunu söylüyor; “Kıyamet, ya da gezegenin ömrü; 2060 yılında erecek.”
Newton, kendi döneminin çok ilerisinde olan bir bilim insanıydı. Bu sonuca ulaşabilmek için onlarca bilim insanının sahip olması gereken bir Hezarfen idi. Doğa ve evrenin işleyişini matematik ile çözmüştü, bana göre tüm zamanların gelmiş geçmiş en büyük bilim adamının çalışmalarını ve hayatını incelemenizi öneririm. Yazımızın ilk bölümlerindeki bulguların Newton’un metaforuna giden yoldaki kilometre taşları olduğunu düşünüyorum. Evet yazımızın sonunda, ortaya koyduğumuz bulguların ve çıkarımların yoruma açık olduğunu belirtelim.
Yorumlar
Kalan Karakter: