Modern sisteminin ironilerinden bir tanesi de hayatımızın ne kadar kolaylaştığını düşünmemizi sağlarken doğa ile olan bağlarımızın nasıl da koptuğunu göremememizdir. Sadece oluşturulan sisteme ait çemberin içinde kalarak bu çemberin dışına çıkamamak.
Çoğunluğumuzun ne yiyeceğine kendi karar veremediği bir dünyada yaşıyoruz. Sonra organik beslenmeden bahsediyoruz. Sürdürülebilirlikten konuşuyoruz. Sürdürülebilirliği tartışıyoruz ama; ne olduğunu gerçek manada anlamak zorundayız.
Kendimizin en çok da çocuklarımızın yediklerinden sorumluyuz. Ne yersek o isek çocuklarımıza kimyasallarla dolu yiyecekleri yedirerek akıllı ve sağlıklı olmalarını sağlayamayız, sadece hasta olmalarına sebep oluruz. Çocuklar ne olduğunu bilmedikleri şeyleri asla yemezler. Çocuklarımızın gıdayla olan ilişkisini değiştirmezsek doğru yemeyi anlamış ve neticesinde aydınlanmış bir gençlik oluşturamayız.
Artık kimsenin pişirmediği çok çeşitli yemeklerimiz var. Bazılarını tanımıyoruz bile. Bulgurlu yemekler mesela. Bulguru çok yoksulken yerdik. Artık farklı alternatiflerimiz var, neden yiyelim şimdi diyenlerimiz çoğunlukta. Sahip olduklarımızdan utanarak tüketmemeye ve dolayısıyla üretmemeye başladık. Çocuklarımız için evde yapmadıklarımızı okullardan öğrenmelerini sağlayamayız. Onlara önce kendilerini sonra da dünyayı değiştirecek argümanları vermezsek gelenekleri ve geleceklerini koruyamayız. Yoğunuz biliyorum ancak; leziz ve mevsimine uygun yemekler yapmayı öğrenmeli, öğretmeliyiz. Çocuklarımıza, okulda besinler hakkında eğitim vermeliyiz, onlara en az 8-10 yemeği pişirebilme becerisini kazandırabilmeliyiz.
Yiyecek sadece kalori ve besleyicilikle ilgili değildir. Paylaşmakla, dürüstlükle en çok da geçmişe ait bağlarımızla, kimliklerimizle ilgilidir. Yiyecek çok şeydir. Beslenme demektir, yaratıcılık demektir, güven demektir, paylaşmak demektir, kimlik demektir. Yiyeceklerimizle kurduğumuz bağlantı varoluşumuzla ilişki biçimimizi ifade eder. Peki atalarımız tarafından keyifle hazırlanan ve en çok da şükür duygusuyla yediğimiz sağlıklı, yerel, doğal, lezzetli, toprağı kirletmeden üretilen, üretim maliyeti düşük olan yiyeceklerimizi nasıl geri kazanıp vereceğiz çocuklarımıza? Umarım atalarımızın yiyecekleri ile yeniden bağlantı kurabilecek kadar zamanımız kalmıştır.
Yiyeceğe muhtaç olan ve en çok da elde etmekte zorlanan çoğunluk ile belki de ona kolaylıkla ulaşan ve kolaylıkla israf eden azınlık arasındaki sosyal adaletsizliğin olduğu bu dünyada sen ne anlatıyorsun diyebilirsiniz.
Bir yerden başlamazsak dönüşmeye, zamanımız hiç olmayacak değişmeye.
Kaybolanları yerine koymalıyız. Ben bir anneyim ve bu ülkeyi çok seviyorum. Ve inanıyorum ki bazı değişimleri gerçekleştirebilirsek dünyamızda daha güzel şeyler olacak. Ne de olsa dünyayı atalarımızdan miras değil, çocuklarımızdan ödünç alıyoruz.
Tamam, öyleyse ne yapmamız lazım?
Yeniden başlamak zorundayız. Yeniden başlamalı ve kayda değer, görünür değişiklikler yapmalıyız. Onların geleceklerinin farklı olabilmesi için bu değişiklikleri başlatıp başarabilmemiz gerektiğini anlatmalıyız. Onları oyuna dahil etmeliyiz. Yiyeceklerin nereden geldiğini, gıda zincirinin neresinde olduklarını öğrenmelerini sağlamalıyız. Bu müthiş zincirin bir parçası olduğumuzu anlamalarını sağlamalıyız. Bu her şeyden önce, gıdaya ve onu üretenlere saygı ile ilgilidir. Çiftçinin çiftçi olmaktan gurur duyduğu bir iklim yaratmalıyız. Günümüzde bizi doyuran çiftçiler, yetiştirdikleri çoğu ürünün maliyetini karşılayamıyorlar bile. Bugün hâlâ bir avuç şirket tüm gıda zincirine olan hakimiyetlerine devam ediyor.
Daha fazla al, daha fazla sat, daha fazla israf et. Tüm döngü bundan ibaret.
Bir sabır hareketi ile bilinçlendirme çalışmalarına başlamak istiyorum. Çünkü benim için, başarının asıl sırrı sabır; ama sağduyulu bir sabır, beklerken ne yapılması gerektiğini bilen, bu süreçte öğreten türde sabır. Unutmayın sevgili dostlar gıda, müşterek çabalarımızın en büyük etkiyi yapabileceği yerdir.
Hepimize kolay gelsin.
Yorumlar
Kalan Karakter: