Siyah beyaz ama içinde tüm renkleri barındıran anılar mesela...
Geçmişe dair anılara götüren fotoğraflara bakıp, geride kalan insanları babaları, dedeleri, yaş alan anneleri, anneanneleri, babaanneleri, teyzeleri hatırladıkça; yani onları her düşündüğümde böyle olurum. Belleğimin aşınmasına karşı koyarak; geçmişteki sahneler üzerinde uzun uzun oynar, kıyısından köşesinden o sahnenin yeniden içine girmeye çalışır ve sonunda artık olaylara bakan değil, sesleri işiten büyümüş ama küçülmüş kadına dönüşüp kulağımın dibinde fısıldayan konuşmaları anlamlandırmaya çalışırım. Annemin dizlerinin dibinde bulurum kendimi. Bana bir masal anlat derim. Nasıl bir masal olsun diyen sesini işitirim mesela....
Hiç kimseye anlatmadığın bir masal anlat bana derim hep keşfetmeye aşık, küçük ama ışıldayan meraklı gözlerimi ayırarak bakarım yüzüne. .Kokuları hatırlamaya çalışırım sonra. Her kadının yaydığı kendine özgü, büyüleyici rayihalara Fransızlar cassolette dermiş. .Koku alma duyusu kadınlarda erkeklerden daha çok gelişmiş derler. Ben de kendimi zorlarım o herkesin kendine ait kokusunu bu genellemenin verdiği güçle hatırlamaya...
Geçmiş deyince, kokular deyince en çok da şimdilerde pek de yaşayamadığımız kalabalık aile sofraları gelir aklıma. İyi bir mutfaktan gelen kokular sadece ağzımızı sulandırmakla kalmaz aynı zamanda yüreğimizin de çarpmasına neden olmaz mı? Bir an önce sofraya oturmak, yemeğin rayihasını içimize çekmek, baharatların mis kokuları arasına kattığımız keyifli sohbetlerde büyüklerin konuştuklarını anlamlandırmaya çalışmak…
Sakın ne alakası var demeyin ve yemek ile sevgi arasında ki derin ilişkiye inanın!
Bence bütün yemekler lezzetlidir. Burada dikkat edilmesi gereken yemeğin sevgi ve emek ile ilgisidir. Yemek ve emek arasındaki ilişkinin belirleyicisi ise sabırdır, özveridir. Birçoğumuz annemizin yemeklerini özleriz, biliriz ki alışkanlıklar kadar geçerli olan, yemeğin içindeki anne sevgisidir. Evlerinde yıllar önce yediği çorbayı, pilavı hatta çok daha basit yemekleri unutamayanlar ne söylemek istediğimi anlayacaklardır.
Şimdi o zaman kapatın gözlerinizi ve o yıllara dönün. Annenizin ya da anneannenizin, babaannenizin mutfağında içinde zeytinyağı bulunan yayvan bir tavada kuzu pirzolaların arkalı önlü kızarırken çıkardığı sesi ve kokusunu hatırlamaya çalışın. Sonra o eskiden yamulaaaaaa patlıcaaaaaan diye sokakta bağıran satıcıdan alınan alacalı soyulmuş ve doğranmış patlıcanların tuzlu suda bekleyen halini, özenle hazırlanan kurulama bezleri arasında suyunu almak üzere kurutulmasını hatırlayın. Mutfakta kullanılmak üzere hazırlanan bu bezlerin kenarındaki işlemeleri görebilen oldu mu? Pirzolaların üzerine sırasıyla konulan ince doğranmış soğanları, o güzelim diş diş soyulmuş sarımsakları ve uzunlamasına keserken acısını duyabildiğiniz yeşilbiberlerin, küp doğranmış tatlı bahçe domateslerinin kokusunu hatırlayın; salçalı suyu üzerine gezdirmesini, ev yapımı salçanın ki ne zahmetle hazırlanmıştır, şölen gibidir adeta. En çok da salça kaynatılan ateşin közünde pişirdiğiniz, üzerinde dumanı tüten patatesleri hatırlayın. Ekmeğin üzerine sıcacık sürdüğünüz taze salçanın kokusunu hatırlayın… Nerede kalmıştık? Tuzunu, baharatını attıktan sonra kısık ateşte o güzelim patlıcan pehlinin pişmesini beklediğiniz anları, ekmeği suyuna bandığınızda duyumsadığınız hazzı hatırlayın. Lezzetli bir aile yemeğinin hoş kokusunu aklıma getirdiğimde duyduğum özlem, keyif gözlerimi yaşartacak kadar etkiler beni; en çok da mutluluktan. Hatırlayabileceğim anılar olmasına şükrederim.
Gözleriniz hala kapalı mı? Açın açın…. İçinize çekip, hissedebildiniz mi kokuyu?
Yorumlar
Kalan Karakter: