Hepimiz iyi yemekten bahsediyoruz. Yediğimiz her yemeği sosyal medyadan paylaşıyor, ne kadar özel ve kaliteli yemekler yediğimizi anlatmaya çalışıyoruz. Yemek programları, yarışmalar en çok reyting alanlar arasında. Hemen her şehir kendisine başında Gastronomi geçen festivaller yaratma peşinde. Günümüzün popüler mesleklerinden biri olan aşçılığa ilgi giderek artıyor. Restoran açmak, gastronomi alanında konuşmak, Gurme yazarlığı oldukça popüler. Oysa her konuda olduğu gibi yemek yazarlığı hususunda da uzmanlaşmak gerekiyor. Yemek yazarı yazdığı konudaki detayların büyük çoğunluğu hakkında doğru bilgiye sahip olmalı.
Ben de zaman zaman gastronomi yazarlığına heves etmiyorum dersem yalan olur. Ancak gastronomi dünyasının içine girdikçe, irdeledikçe daha ne kadar çok şey öğrenmek, okumak, çalışmak, deneyimlemek ve sayamadığım pek çok fiili gerçekleştirmek gerektiğini anlıyorum. Bu alanda faaliyet gösteren insanlarla bir araya gelmeye, bir yönetici olarak, toplumda farklı alanlarda dönüşüm ve farkındalık yaratmaya çalışan biri olarak ilgi alanıma girdiği günden itibaren kendime sorduğum en önemli sorular ise;
“Gastronomi ait olduğu toplumu değiştirebilir mi?
Beslenme kültürü ait olduğu coğrafyada üretim ve tüketim arasındaki ilişkisini yeniden yaratır mı?
Ben ne yapabilirim?
Neleri değiştirebilirim?”
Beslenme kültürü en çok da nereden geldiğini bildiğimiz,yani üreticisine saygı duyduğumuz zaman toplumları etkilemeye başlar. Bilinçli olarak yereli tercih eden bir tüketim anlayışına sahip olmayı başardığımız zaman tüketim şekilleri doğru bir biçimde değişirken üretim biçimleri de olumlu manada şekillenmeye başlar.
Evet, Gastronomi çok büyülü bir dünya…
Evet, Gastronomi bugünlerde ülkelerin, şehirlerin sahip çıkması gereken yükselen bir değer. Ülkemizin gastronomik mirasının, lezzetlerinin sonraki nesillere aktarılarak devamının sağlanması da bizim sorumluluğumuzda…
Öncelikle hayatta kalabilmek için yemek zorundayız. Dünyada gıda sorunu hızla artıyor. Nitelikli yiyeceklere erişme imkânı azalıyor. Kaynakların doğru kullanımı önem kazanmakta. Doğanın bize sunduğu bolluğa karşılık dengeyi kurmak ve doğadan aldıklarımızın kıymetini bilmek gerekiyor.
Oysa şu anda gerçek olan her şey tüketmekle ilgili, tam da çağımızın gerektirdiği gibi. Üretmekle ilgilenenlerin sayı gittikçe azalmakta. Ürünün nereden, nasıl geldiği ile ilgilenen yok aslında, ya da sayıları oldukça az.
Beni ilgilendiren ve en çok içinde bulunmak istediğim konu gastronominin nasıl toplumsal bir hareketin parçası haline geldiğinin deneyimlenmesi için yapılan çalışmaların içinde yer alabilmek. Yani tüketmekten çok üretmenin ortaya koyduğu sürdürülebilir dönüşümün büyülü dünyasında yer alabilmek.
Bu konuda çok fazla örnek var; ancak ben beni en çok etkileyenlerden, en çok hayran olduklarımdan başlamak isterim. Bizler örnekler verirken çok uzaklara gitmeyi severiz. Yanı başımızdakileri görmek istemeyiz.
Modern zaman kahramanıdır İlhan Koçulu…
Kökleri Kafkasya’ya uzanan, Zavotlu bir aileye mensup dördüncü kuşak bu büyük peynir ustası, benim için ise en çok doğal kaynakları ve onların sürdürülebilir kullanımını düşünen, savunan ve zamanının neredeyse tamamını bu anlayışın yayılması için yaptığı çalışmalara adayan bir aktivist. Korkunç bir trafik kazasıyla her evden cenaze kalkan köyü bir büyük hayalin etrafında toplayan, köyünün insansızlaşma sürecini tersine çevirmeyi kendine dert edinen adam.
2017 yılında yaptığı Tedx konuşmasını dinlemelisiniz. Konuşmasının başında “o kadar çok şey yaşadım ki; tümünü hissederek yaşadım, 18 dakikada nasıl anlatırım der; ama öyle güzel anlatır ki, dinleyen olarak içinde değişimin başlaması için ilham alırsın. 2002 yılında kurduğu Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği ile göçü engellemek, geleneği sahiplenmek, yerel üzerine toplumsal bilinç oluşturmak üzere projeler geliştirmiş ve geliştirmektedir. Dayanışmacı turizm ile kültürel turların Boğatepe köyünde başlamasını sağlamıştır. Ekomüze kavramı ile Zavot Peynircilik Müzesi’ni kurmuş, Kars kaşarının coğrafi işaretinin alınmasını sağlamıştır. Antik bir buğday tohumu olan kavılcanın yaygınlaştırılması çalışmalarını yapmıştır. Yani kısaca yaptığı tüm çalışmalarla sürdürülebilirlik kelimesinin hakkını vererek, projelerini hayata geçirerek ağızlara tat, damlara o eski kokuların gelmesini sağlamıştır.
İlhan Koçulu yine bir konuşmasında “Yerel - geleneksel peynirlere sahip çıkmak, onları korumak ve üretimlerini sürdürmek aynı zamanda bu tarih ve birikime, kültürel belleğe, ve yaşamın çeşitliliğine sahip çıkmaktır. Anadolu ana gibi dolu, bereketli ve verici. Değerini bilmeli; tüketici değil, Anadolu’nun yararlanıcıları olmalıyız.” der. Üretici artık gördüğüne, en çok da eline üretim sonrası geçene inanıyor, vaadlerden bıkmış durumda. Doğal varlıklar ve geleneksel kültürleri koruma ve yaşatma temelinde yerelci birtakım politikaların yerelin ihtiyaçları temelinde geliştirilmesi gerekmektedir. Geleneksel yöntemlerle üretilen ürünlerin hak ettiği yeri bulabilmesi için yönetmeliklerin, yasal düzenlemelerin, mevcut kültürü koruyacak yasal altyapının oluşturulması gerekmektedir. Bunlar devletin sorumluluğunda olan konular elbet.
Ancak İlhan Koçulu örneğinde olduğu gibi Sadece bir insan bile, bir bölgenin kaderini değiştirme sürecinde son derece önemli rol oynayabiliyor. Boğatepe Köyü’nden Zümran Hanım aslında öyle güzel özetlemiş ki: “Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği bize nefes oldu, yaşama tutunmamızı sağladı” diyerek.
“Ağzımıza tat, damımıza koku geldi” | 2017 | İlhan Koçulu | TEDxReset
NE OLACAK BU ÇİFTÇİNİN HALİ repliklerinden vazgeçelim.
Gönül verip dinlemek isteyenlere sesleniyorum.
Nasıl bir Dünyada yaşamak istiyoruz?
Daha hoşgörülü, daha merhametli, daha üretken, daha az açgözlü..
Sorumluluk bizlerin omuzlarında.
Tükettiklerimizin bir gün bizi de tüketmesine izin vermeyelim.
Tüketici mi yararlanıcı mı olmak istediğinize bir an önce karar verelim.
Şüphesiz söylenecek çok daha fazla şey var.
Yorumlar
Kalan Karakter: