Sadece serçeler, kargalar, mahkumlar ve biz yaşıyoruz.
Öyle bir memleket düşünün ki…
Öğretmeni, polisi, gardiyanı, okul müdürü, doktoru, hakimi, savcısı, daire amirleri, sabah şehirden seyr-i sefere çıkıp bize ulaşırlar. Çünkü şehirde yaşarlar ama bizim memleketten de ekmeklerini çıkarırlar. Bu öyle bir haldir ki memleketin belediye başkanı, belediye encümeni, parti başkanı, oda başkanı dahi memlekette oturmuyor. Hatta köylerimizi boşaltıp şehre göçenler arasından muhtar seçmişler. Muhtar kışın şehre gidiyor, yazın köye geliyor. Köyde oturan biri muhtar olsaymış keşke diyorsunuz ama muhtar mangalda kül bırakmıyor. Ağzı kalabalık adamlar da artık usanç veriyor bizlere.
Öyle bir memleket düşünün ki…
Sadece kediler, köpekler, fareler, mahkumlar ve biz yaşıyoruz.
Herkes bizim derdimizi bize anlatıyor. Şehirde oturan belediye başkan adayları, encümen adayları onca kilometre kat edip bize bizi anlatıyorlar. Biz zaten bu tür konuları hiç konuşmuyoruz, siyasetçiler de haklılar bence. Niye konuşmuyorsunuz derseniz, yıllarca konuşmaktan artık bıktık. Otuz yıldır, kırk yıldır, elli yıldır konuştuk da ne oldu? Biz bu meseleleri nasıl olsa mezara götüreceğiz, biraz da bizden sonrakiler çözüm bulup sevinsinler.
Öyle bir memleket düşünün ki….
Sadece ihtiyarlar, hacı anneler, hacı babalarla birlikte yaşıyoruz.
Sokaklardan çocuklar ve gençler çekileli çok oluyor. Bir avuç yeşilimiz var ve çölün ortasında bir vahada yaşıyoruz. Lakin, bu ağaçlara da sahip çıkamayacağımızdan korkuyorum. Suyuna sahip çıkamayan bizler ağacına nasıl sahip çıkacak, bilemiyorum. Fabrikamız da bize veda edeli çok oluyor. Zaten bu fabrikalar gideli, bizim memleketin damarlarından kan gitti. Emekliler kaldı geriye ama onlar da sonbahar yaprakları gibi birer birer gidiyor. Memleketin hüzünlü hali ondan… Bizim memleket, yaşadığımız yer olmasa da kesinlikle gömülmek istediğimiz yer oluyor.
Öyle bir memleket düşünün ki…
Eski pınarlarımız kurumuş. Yaylalarımız, meralarımız sürülmüş, dağların yamaçlarına kadar tarla olmuş. Bir dağların tepeleri kalmış sürülmeyen. Toprak ciddi manada zirai ilaçla adeta zehirlenmiş. Alıç ağaçlarına bile acımamışlar. Yaban armutları yok. Türlü türlü otlarımız yok. Yol boyunda giderken bir kangal bulup yediğimiz günler bile hayal perdesinde kalmış.
Gençlere iş kalmamış. Millet sabah sabah kafilerle şehre çalışmaya gidiyor. Akşam dönüyorlar. Bu hengameye dayanamayanlar da şehirde oturmaya mecbur kalıyorlar. Şehirler aşırı büyüyor, ilçeler ve köyler boşalıyor.
Şehirler dert yumağına dönerken herkes bizi kurtarmanın peşinde… Gelin burada yaşayın da dertlerimizi hep beraber çözelim. Uzaktan uzağa türkü söylemek yetmiyor. Orada bir köy var ve gitmeseniz gelmeseniz de o köyün sizin olduğunu düşünmeniz güzel. Bence gidemediğin, yaşamadığın yer, uyumadığın yer senin değildir.
Seyit Burhanettin AKBAŞ
Yorumlar
Kalan Karakter: