AGAŞE daha kitabının giriş yazısında, taa o günlerden bugünlerde yaşananların, ve yaşananların gerekçelerini o kadar net göstermişti ki, okuyunca tekrar sizlerle paylaşma ihtiyacı duydum....
CEM ERSEVER VE JİTEM GERÇEĞİ -ÖNSÖZ-
Gazetecilik hayatımın daha ilk aylarıydı, bir heyecan, bir coşku ve şevkle adı haber olan her şeye koştuğum yıllar…
Binbaşı Cem Ersever üç arkadaşıyla ölü bulunmuş, o gün bugündür de Türkiye gündeminden hiç düşmemişti. O günlerde de gündemdeydi.
Israrla Ersever dosyası hazırlamak istiyordum çünkü aile ilişkilerinden dolayı kendisini oldukça yakından tanıyordum ve bu duygusallık nedeniyle de şefkatli düşünüyordum…
Günler günleri kovalayıp Ersever dosyasını kabarttıkça başka başka gerçeklerle karşılaşıyor, karşılaştıkça da olaylara yaklaşım şeklim değişiyor, değiştikçe de duygusal olmaktan hızla uzaklaşıyordum.
Bir gazeteci büyüğüm o dönemlerde hiç unutmadığım ve hep hayatımda yastık altı yaptığım bir cümle söylemişti; “Mesleğine ve hayatına bakışını, ilkelerini ve habercilik anlayışını boğuştuğun haberler arasında oluşturup öğreneceksin, bu boğuşma senin kendi ilkelerini öğretecek sana. Hiç kaçma haberlerden, bolca dal içerisine, irili ufaklı ve her daldığında içerisinden kendin için doğru olanları al.”
O gün bugündür bu ilkeler doğrultusunda, kendimi kendi doğrularımın dışında hiçbir şey karşılığı satmadan habercilik yapmaya devam ediyorum ve edeceğim…
Sekiz yıl önce ilk baskısını çıkardığım “Cem Ersever ve JİTEM Gerçeği” ve “Kod adı Yeşil” kitabım bugüne kadar beşinci baskısını yaptı. Devamında birçok haber dosyası çalışıp, bazılarını kitaplaştırıp sizlere sundum ve sunmaya da biraz önce belirttiğim anlayış doğrultusunda devam edeceğim.
Kitabın yeni düzenlemesini yaptığım şu günlerde, konuyla alakalı birçok yeni gelişmeler ve güncel bilgiler ışığında biraz daha genişletip güncelleyerek sizlerin huzuruna sunuyorum. Yine aynı noktaların hassasiyetiyle ilk baskısındaki orijinal dokusunu bozmadan düzenledim.
Gazeteci-Yazar olarak birkaç hassas konunun altını kalın çizgilerle çizerek kolay gelsin diyeceğim…
JİTEM, İstihbarat Teşkilatı, MİT gibi birçok özel haber alma ve İstihbarat Teşkilatları Türkiye’de olduğu gibi dünyanın bütün ülkelerinde en gelişmiş halleriyle yüzyıllardır olduğu gibi bundan sonra da ülkelerin istikrarı ve bütünlüğü için olmazsa olmazlardandır.
Kişiler doğal olarak gidecek, devamında hep yenileri gelecek, bu gidiş gelişler o kurumların varlığını koruma ve ülke menfaatlerini kollayabilme adına aynı bayrağı elden ele zeval getirmeden teslim etme kıvamında olmaya devam edecektir.
Gelelim en hassas noktamız olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne…
Yatağımızda o yüzden korkusuz, o nedenle huzurlu uyuyabiliyoruz. O nedenden dolayı da sürekli değişkenlik gösteren çağdan kopmadan ilerleyip, en demokratik siyasi geçişler yaşıyoruz…
Diğer kitaplarımın önsözlerinde yazdığım bir cümleyi şimdi de ısrarla tekrarlayacağım. Pirinci doğru ayıklayalım, içerisinde birkaç çer çöp var diye bütününü atmayalım, çöpleri ayırıp sağlamlarını kullanalım.
Kişiler yüzünden bu kadar olmazsa olmaz kurumlarımıza cehalet yüzünden zararlar vermeyi bırakıp becerebiliyorsak dediğim gibi ayıklamaları doğru yapıp hassasiyetin bilincinde olarak, bütüne zarar vermeyelim.
Biraz sonra okumaya başlayacağınız kitap bu anlayış çerçevesinde bahsi geçen hiçbir kurum zan altında bırakılmaksızın sadece ve sadece suistimalleri baz alarak yazılmıştır…
Bu ilkelere sadık kalmaya çalışarak yaptığım hiçbir çalışmamdan ötürü olumsuz bir tepkiyle karşılaşmadığım gibi karşılaşacağıma da inanmıyorum. Özellikle önsöz yazımda bu hassasiyetin altını kalınca çizmemin sebeplerini umarım açıkça anlatabilmişimdir. Çünkü bu hassasiyetin aynı zamanda hepimizin hassasiyeti olduğuna inanıyorum.
O, bilip bilmeden bu duyarlılıkları gözardı ederek yalan yanlış suçladığımız paşaların varlığı ve dirayeti sayesinde birçok oyunlara maruz kalmamıza rağmen dimdik, parçalanmadan ayaktayız.
Ve unutmayın ki bu vatanın birliği ve bütünlüğü içerisinde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üniforması altında bizim binlerce evladımız şehit oldu, sadece vatanın birlik ve bütünlüğü için.
Kolay gelsin…
Duygusuz değil belki ama duyarsızlaştığımız kesin. Kozalar örmüşüz, kendi küçük dünyalarımızın çevresine. Ya da kozalar örülmüş, ördürülmüş hâlâ kuşatılıyor ömrümüz, hapsediliyor gündelik hesaplaşmaların çemberine...
Tüm ağırlığıyla binerken hayat omuzlarımıza, herkes kendi ferdî ağırlığını hafifletme ve başından defetme çabasında. Herkes yakınındakini sokan yılanın kendisine o an için dokunmadığının mutlu avuntusunda, tabii yılanın zehirli dişlerini kendi bedeninde hissedene dek!
Belki şu an bir hastane odasında yeni bir can, annesinin bedeninden, ilk merhabasının çığlığını atıyor hayata...
Ve belki kurşunlar vuruyor genç bir bedeni “bilmem hangi yüce değerler” adına yapılan kıyımda…
Bir bilim adamı hayatın bilinmezlerini zorluyor laboratuarında...
Belki bir sarhoş kusuyor sokak lambasının altında. Bir mahpus bir acı daha düşüyor günlerin çentiğine. Nöbet yerindeki asker bir gün daha eksiltmenin yoğunluğunda…
Harlem’de bir zenci bıçaklanıyor, bir kadın etini pazarlıyor otobanın kenarında, bir hastane odasında yeni bir sabahı gözlüyor umutsuz bir hasta...
Birileri sevişiyor bedenlerindeki tuz birbirine karışarak...
Ve birileri işkence tezgâhında savunuyor hayatı! Yaşamak adına inandığı değerleri…
Birileri şarkı söylüyor…
İçiyor birileri.
Birileri ağlıyor taze toprak kokusu ellerinde, karanfiller mezar üstünde!
Şu an tüm ağırlığı, tüm acıları, tüm coşkusu, renk ahengiyle ve tüm paradoksuyla sürüyor hayat...
Umut yüklü hayaller bile kuramaz haldeyiz. Hani atalarımız demiş ya “ölü toprağı serpilmiş üzerimize” diye, bir türlü atılmıyor, atamıyoruz bu toprağı üzerimizden ama atılması da gerekiyor. Neden mi? Gözümüzün alabildiği her şey bir neden, bir mesele haline gelmiş. Belki de artık elden ele bugüne kadar getirdiğimiz gelenek halini alan yapı yirmi birinci yüzyılın eşiğinde uzay çağına attığımız adımımızı alıştırmaya çalışırken, sinek pisliği olup mide bulandırmaya başlamış.
Kalın sağlıcakla...
Yorumlar
Kalan Karakter: