Günlerden bugün...
Siyaset, karmaşa, kaos, suikastler falan filan yazmaktan sıkıldıktan
sonra, yine bir parça siz okuyucuyla aramızda kahve tadında konuşmayı
özledim...
Ben bu satırları yazarken dünyada belki de 1 dakika içerisinde
binlerce insan kör bir kurşunun kurbanı olurken, binlercesi yarım ve
yaralı hayatlara sürüklendi, binlercesi bugünü de aç geçirirken binlercesi
de o kadar toktu ki hem de yarınını bile yemeyerek geçirecek
kadar...
Binlerce çocuk birkaç kişiye ait ihtirasın, hırsın, bilerek ya da bilmeyerek
uygulayıcıları tarafından katledildi.
Toprağa bile gömülemedi belki de birçoğu...
Bir kadın hayatta kalabilmek için bulduğu kuytu bir yerde etini
pazarlamak için müşteri beklerken, bir adam doğumhanenin kapısının
önünde dünyaya gelecek çocuğunun ilk çığlığını duyma peşinde...
Aynı dakika bir başka birileri birilerini mezarlıkta son yolculuğa
göndermenin hüznünde...
Ama hepsi bir dakika...
Binlerce kimileri kendini ararken kendinde, kimileri kaybolup,
kimileri de kendine yaptığı yolculukta gördüklerini başkalarına pazarlamanın
derdinde...
Yani koskoca dünya dev bir pazar yeri, kimi alıcı kimi de satıcı.
Satmak ile almak arasında saklı sadece nefes alışlarımız...
Baktığımızda göremediklerimizde saklı aradıklarımız.
Ve sadece 1 dakikadaki bu baş döndürücü hızda sürüklenip
gidenlerde saklı hayatlarımız.
Düşünsenize, bir sürü dünya insanı kullanmayı bilmedikleri bir
aracın kokpitine kurulup, binlerce kilometre yol kat etmenin peşinde
hem de kazasız ve belasız!
O yüzden sadece 1 dakikada dünyada aynı anda milyonlarca insan
çıktıkları hayat yolunda orantısız hız yaparken zincirleme insan
kazaları oluşturuyor!..
Nasıl alışmışsa kalem uzun süredir sert gerçekleri yazmaya, şöyle
baş başa yumuşak bir kahve sohbeti yapmamızı bile etkisi altına aldı
ve ben yine belki gerçek ama düşündüğümüzde bunaltan cinsten kelimelerle
terlettim değil mi sizleri...
Aslında bir parça da bilerek bunalttım sizi!
Buradan sonra yazdıklarımla içinize su serpeceğimi, yumuşatacağımı
bilmenin rahatlığıyla yazdım. İrkilmemiz için yazdım...
Yaşamak, iyi yaşamak...
Dünya denilen bu cennetle ödüllendirilip sınırlı bir süre kalma
hakkıyla geldiğimiz bu muhteşem gezegende yaşamak hem de iyi
yaşamak...
Herkes bir telaşta!
Çocuk annesindeki anneliği ararken, bir adam bulduğu kadında
pazarladığı sevgiyle sevgisizlik ve nefret, öfke, kin üretiyordu...
Bilmediği araçla yola çıkıp, tanımadığı, adı kalp olan motora
yanlış güç uygulayıp, en yüksek devri sonuna kadar vurunca motor
da büyük bir arıza yapıp kaosa yol açıyordu.
Kullanma kılavuzlarımız kalbimizde, yüreğimizde saklıydı oysa
ki. Sadece telaşa düşüp bilmeden bilmişliklerimizi bırakıp, 2 dakika
gözlerimizi kapatıp, ruh gözümüzle kalpteki kılavuzumuzu okumak,
ruh kulağımızla dinlemekte saklı tüm aradıklarımız...
İnsan denen canlının kullanma kılavuzunun ilk sayfası şu cümlelerle
başlar:
“Sahip çıkın kendi Ülkenize...”
Yani; büyü; büyürken iyi geliş; güzelleş...
Ve sahip çıktığımızda Ülkemize dünya pazar yeri olmaktan çıkıp,
insanoğlunun cenneti olacaktır...
Aradıklarınız Ülkemize sahip çıkmakta saklı...
Büyük bir hava meydanının bekleme salonunda, genç bir bayan
uçağa binmek üzere bekliyordu. Uçağın hareketine daha saatler
vardı. Zaman geçirmek için bir kitap ve bir paket küçük kurabiye
satın aldı.
Dinlenmek ve kitabını okumak için, VIP salonunda bir koltuğa
yerleşti. Kurabiye paketinin durduğu sehpanın yanına bir adam
oturmuştu. Adam dergisini açıp okumaya başladı. Genç kadın ilk
kurabiyesini aldı elindeki kitabı okurken, adam da altı bir tane. Bayan
çok rahatsız hissetti kendini ve “Sinir bir şey! Havamda olsaydım,
bu cüretinden dolayı onu yumruklardım” diye düşündü...
Bayan bir kurabiye alıyor, adam da bir tane alıyordu. Çıldıracak
gibiydi bayan ama olay çıkarmak istemiyordu. Nihayet son kurabiye
kalınca kadın: “Bu küstah adam şimdi ne yapacak?” diye düşündü.
Adam son kurabiyeyi aldı; onu ikiye böldü ve bir parçasını kadına
verdi.
“Aaa... Bu kadarı da fazla” diye aklından geçiren bayan çok öfkelenmişti.
Bayan sinir içerisinde kitabını ve diğer şeylerini alıp bir fırtına
gibi giriş salonuna, oradan da uçağın içine yönelerek uçaktaki koltuğuna
oturdu.
Gözlüğünü almak için açtığı çantasının içerisinde ne görsün?
Kurabiye paketi açılmamış, çantasında duruyordu...
Çok utandı.
Çok büyük bir yanlış yaptığını anladı. Kurabiyelerinin paketini
hiç açmadan çantasına koyduğunu unutmuştu. Oysa ki adam kendi
kurabiyelerini hiç sinirlenmeden ve hiç rahatsız olmadan bayanla
paylaşmıştı. Bayan ise kurabiyelerinin paylaşıldığını düşünerek çok
sinirlenmişti. Şimdi bu durumu telafi şansı da yoktu. Özür dileme
olanağı da yoktu.
Kendimize telafi edemeyeceğimiz durumlar yaratmayalım...
Evet...
Eğer kalbinizi ve yüreğinizi güzel şeylerle doldurduysanız ya da
doldurduğunuzda, kapağını her açtığınızda yaşamla ilgili yepyeni
şeyler keşfedeceksiniz.
Yaşamak için yarını beklemeyeceksiniz mesela. Alacaksınız yaşamı
kollarınızın arasına ve sımsıkı sarılacaksınız...
Yaşamdan yalnızca almak yerine ona bir şeyler vermeliyiz...
Eğer dünyayı bir tek darbeyle düzelmek istiyorsak bir tek
boyası var, o da “İNSAN” olmak...
“Unutmayalım! Yaşam dokuması henüz tamamlanmamış, olağan
üstü güzellikte bir duvar halısıdır ve size ait olan boşluğu yalnız siz doldurabilirsiniz.
Kimseyi kırmayarak ve üzmemek şartıyla istediğiniz her
şeyi deneyin...”
En bolundan düşleriniz olsun. İçinizdeki çocuğu hep koruyun
ve hep yaşatın çünkü o çok iyi bir yol arkadaşıdır ve o sizi yumuşak,
şefkatli yapacak daima.
Ve asla ruhunuzu hiçbir zaman aç bırakmayın.
Ve unutmayın ki güçsüzlük çok acımasızdır ve güçsüzlük sizin
zayıflıklarınızdan cesaret alıp güçlenir...
Ve eğer toplumlarda şiddet ve kan artmışsa ve insanlar bilmedikleri
şeylerin uğruna kıyıyorsa birbirine, bu güç değil tam
tersine güçsüzlüğün artmasındandır...
Ve kesinlikle gönül kafesinizde hep beyaz güvercin olsun. Çünkü
özgürlüğü ve barışı kimse bize vermeyecek, özgürlük ve barış kafesimizde
korumayı ve beslemeyi becerebildiğimiz beyaz güvercindir...
Ve sevdiklerimize onları sevdiğimizi söylemekten korktuğumuz
için yarınlarımız daha da sevgisizleşiyor ama korkmadan söylersek
ve birbirimizde gerçek sevgiler yeşertirsek, ancak ve ancak yarınlarımızı
yaşanır bir dünyaya dönüştürebiliriz...
Bağışlayıcı olmaktır güçlü olmak...
Ve “ben” olmayı aşıp “biz” olmaya koşmaktır arzuladığımız cennet...
Yorumlar
Kalan Karakter: