Ramazan, her yıl olduğu gibi, yine geldi. Fakat bu yıl, biraz farklı. Belki de bu yıl, geçmişte hiç fark etmediğimiz bir şeyler var. Bir eksiklik, bir boşluk... O kadar çok şeyin arasına sıkışmışız ki, bir türlü gerçekten neyin eksik olduğunu anlayamıyoruz.
Bazen Ramazan’ın o özel atmosferi bir mumun ışığı gibi bir kenarda kalıyor, bizler ise onun etrafında dönüp duruyoruz. Ama bu yıl, belki de ruhumuzu biraz daha derinden hissetmeye başladık. O eski iftar sofralarının sesleri kulaklarımızda çınlıyor; annemizin, babamızın elleriyle hazırladığı yemekler, birbirini takip eden o tatlar… Şimdi ne kadar da uzak, değil mi? Hepimizin içinde kaybolmuş bir “Ramazan” var.
Bir zamanlar, iftar sofralarına neşeyle otururduk. Ama artık, o sofralara oturmak bile yorgunluktan zor hale geldi. Ramazan’ın neşesi, sevincinden çok, yorgunlukla karışmış. Çocukken iftar saati geldiğinde içim kıpır kıpır olurdu; hatta o son dakikalarda, sabırsızlıktan aklımın ucundan geçen sadece tek bir şey vardı: "Bir an önce vakit gelse de sofrada herkesin yüzü gülse." Oysa şimdi, o sofraların etrafındaki boşluklar var. Düşüncelerimizin getirdiği yalnızlıklar ve eksiklikler…
Ve sabahları… Sabahları oruç tutmak, her bir lokmayı, her bir yudumu tutmak, sadece midenin değil, ruhun da doyduğu anlar haline gelmişti. Şimdi ise, sabahları hiçbir şeyin tadı yok gibi geliyor. Yalnızca açlık, susuzluk değil; bir şeyleri kaybetmiş olmanın acısı var içinde.
Ama belki de, Ramazan’ın ruhu bu kayıplar içinde gizlidir. Belki de kaybolan her şey, yeniden bulmamız gereken bir değerin işaretidir. Belki de özlediğimiz şey, sadece bir sofradan ibaret değildir; belki de özlediğimiz şey, insanlığımızın en güzel hali, paylaştıkça büyüyen o yüce duygudur.
Ramazan’da sadece açlık değil, her bir kayıp, her bir özlem, bir araya gelip bizi yeniden inşa etmek için bir fırsata dönüşüyor. Ve her bir iftar soframızda, bir eksik değil, bir bütünlük hissi buluyoruz. O sofrada yediğimiz yemek belki de bir başkasıyla paylaşılan bir yudumdan daha kıymetli, daha değerli.
Ramazan, bize yalnızca oruç tutmayı öğretmiyor. Bize, sabrın, merhametin ve en çok da bir arada olmanın ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor. Bu yıl, belki de daha önce hiç bu kadar anlamlı gelmedi.
Ve belki de bu yıl, daha çok hissediyoruz; oruç tutmak, sadece aç kalmak değil, ruhu doyurmak, kalbi arındırmak, kendimizi bulmak demek. Hep birlikte olduğumuz, birbirimizi sarıp sarmaladığımız, oruç tutarken birbirimize yardımcı olduğumuz, tüm dünyanın aynı gökyüzünün altında olduğu o anları hatırlamak…
Belki de Ramazan’ın en güzel yanıdır: Birlikte olduğumuzda, ne kadar yalnız olursak olalım, kayıplarımıza rağmen, kalbimizde hissettiğimiz bu sıcaklık.
Ramazan, hem kayıp hem de buluşma zamanı. Hem acı hem de şükrün zamanı. Ve biz, her yıl yeniden öğreniyoruz: Hayat, beklemekten çok, bekleyerek bulmakta gizli.
Kalın Sağlıcakla...
Yorumlar
Kalan Karakter: