Ne tuhaf! dedim kendi kendime geldiğimiz şu noktadan yola çıkarak.
İnsanoğlunun ortak bir hayali vardır.
Düşünülecek olursa, aslında bu belki de çok büyük hayaller gerektirmeden olması gereken bir durum.
Başını sokacak bir ev hayali kurar hemen herkes, onun için çabalar durur. Apartmanların bu kadar çok katlı olmadığı zamanları düşünüyorum.
Müstakil evlerin çoğunlukta olduğu zamanlar.
İnsanların lüks olarak düşündüğü refah içinde zenginlerin oturduğu çok katlı evler olarak düşünülürdü apartmanlar.
Orada olmak, sanki mutluluğun başlangıcı gibi hayal edilirdi. Şu gecekondular bir yıkılsa da biz de apartman hayatına geçsek diye imrenilirdi.
Nadir de olsa müstakil ev hayatını sevenler de vardı, tabii.
Evlerin büyüklüğü bu kadar abartıya ulaşmamıştı o zamanlar. Abartı derken, insanoğlunun ne kadar büyük olsa da alanına sığmayan, oldukça daha da fazlasını isteyen varlıklar olduğunu biliyoruz.
Önceleri yetmiş beş metrekare evlerle başlandı, daha sonra insanlar sığmaz oldu, yetersiz gelmeye başladı. Sonraları yüz oldu, yüz yirmi beş oldu, yüz yetmiş beş, iki yüz derken, büyüdükçe büyüdü evler.
Lakin insanlar değil eşyalar kapladı içini. O yüzden yetmez oldu insanoğluna kendi alanı.
Evin yarısını kaplayan salonlara koca koca mobilyalar, gelmeyecek misafirler için hazırlandı.
Müstakil evler yıkılıp apartman denen beton yığınlarına eklendi.
Çoğunun en büyük hayali gerçekleşirken, müstakil evlerdeki komşuluk ilişkileri, samimiyetler resmiyete dönüştü. Yıllarca aynı yerde oturanların birbirini tanımadığı, asansörde birbirlerinden gözlerini kaçıran soğuk insanların yüzü, insanın ruhunu üşütürken selamın kıt şüphenin çok olduğu yaşam alanlarına dönüştü.
Her tarafı betonlaştıran insanoğlu, bu sefer basacak toprak arayışına girdi.
Müstakil evini özlemeye başladı, eski çat kapı samimi komşulukları arar oldu.
Hayaller yer değişti, diyelim.
İnsanlar çoluk çocuğuyla stres atacak iki göz odalı küçük bir çatı hayali kurmaya başladılar tekrar. Geçmişte bırakmak istedikleri ne varsa özlemini duymaya başladılar. O çok katlı binaların stresi üstlerinde yük olmaya başladı.
Oysa apartmanın dokuzuncu katından tepeden bakmak ne güzeldi önceleri. Yüksekten bakınca yükseleceğini düşünmüştü, oysa hiç de öyle olmadı.
Düşünülecek olursa, birbirini tanımayan yüzlerce insanı üst üste dizmenin mantığını çözemiyor insan.
Alttaki komşunun üstteki komşunun aynı senin alanında bir duvar ötede uyuyor olması, o dahi rahatsız edici bir durum.
Banyo ve tuvaletleri saymıyorum bile, yani kısaca bu iyi bir fikir değildi gibi geliyor bana.
Hayallerdeki o lüks yaşamı oluşturan üç beş parlak ışık mıydı, girişlerdeki o şaşalı görüntüler, üç beş simli taş? Çocukları kandırmak için parlak jelatinlere sardıkları şekerler gibi insanların gözünü boyamak için yapılan üç beş detay mıydı?
Bu durum, gittikçe çoğalan insan nüfusunun gereği gibi görülse de, şimdilerde herkes bir müstakil ev derdine düştü tekrar hayaline diyelim.
Sarsıntıların etkisiyle korkan insanlar artık betonların gerçek soğuk yüzünü görüp yere yakın olma hayali kurmaya başladılar.
Ve hayallerin yer değiştiği yerdeyiz!
İki göz ev neyimize yetmedi?
İnsana en çok lazım olan sevgiydi oysa.
İnsana en çok lazım olan insan.
İnsan insanla mutlu oluyorsa, hayat güzeldir.
Sevgiler...