Nereden, ne zaman ve neden ortaya çıktı bu fikir bilemem ama insanların kendi hayatlarını daha da zorlaştırdığına inandığım bir fikir var: 'insan kendi kendine yetebilmeli'.
Bu mümkün değildir. Gerçekçi değildir. Ve dahası gerekli de değildir.
İnsan yavrusu doğduğunda o kadar aciz ki, anne ya da bir bakım veren ona bakmadığı zaman hayatta kalma şansı sıfır! Ve bu primer bakımın süresi öyle birkaç saat, birkaç gün, ay falan da değil... Yıllarca... Yani kendi kendine yetebilmenin biyolojik ve fizyolojik olarak bir karşılığı yok. Dümdüz muhtacız. Peki, sonrasında, büyüdüğümüzde, elimiz mızrak tutup avlanabilecek yaşa geldiğimizde de mi kendi kendimize yetemiyoruz? I-ıh, yetemiyoruz.
Muhtaç olarak doğup, ihtiyaçlarımız karşılandıkça büyüyoruz. Peki, bu büyüme dinamiği biyolojik olarak başkasına ihtiyaç duymadığımız zaman bitiyor mu? Hayır bitmiyor. İhtiyacın muhteviyatı değişiyor.. Örneğin artık birinin bize yemek yedirmesine, temizlemesine ihtiyacımız kalmıyor ama bu kez de paylaşmaya, anlatmaya, anlamaya, dinlemeye, öğrenmeye, öğretmeye, aktarmaya ve dahası güvenli ilişkilerle kendimizi beslemeye olan ihtiyaçlarımız ön plana çıkıyor.
Bana göre bu fikir, yorucu yıpratıcı ilişkiler ve buna bağlı olarak bu ilişkiler sonrası başlayan ve uzun süren yalnızlıklar, yalnızlık güzelleyen sözler yazılar derken, insan bir an duruyor ve diyor ki, ben kendi kendime yeterim yahu. Olmaz...
Ben insanın yalnız kalabilmesini, kendi ile zaman geçirebilmesini, anın, günün ya da yılların muhasebesini yapabilmesini ya da sadece bir durup dinlenmesini, kendisini dinlemesini, anlamaya, tanımaya çalışmasını çok kıymetli buluyorum. Bahsettiğim yalnızlık bu şekilde kaliteli, nitelikli ve işlevsel olan değil. Başka bir şeye ihtiyacınız yokmuş gibi en başta kendimiz olmak üzere herkese rol yaptığımız yalnızlıktan bahsediyorum. Ya da böyle büyük şehirlerde yaşanan hengame arasında, iş koşturması zaten zamanın çoğunu alırken, iş dışı zamanlara planlanan ve bizi bir şekilde sürekli meşgul tutmaya yarayan, aktivite, eğlence, ses, ışık, insan dolu yaşamlarımızda yalnız değilmişiz hissi uyandıran ama bir an, kısacık bir an kendini duyabildiğin zaman anladığın yalnızlıktan bahsediyorum.. O gürültülerin, parlak ışıkların, yüzeysel insani ilişkilerin kapatamadığı yalnızlıktan..
Peki, bunun çözümü ne derseniz, bence öncelikle farkındalık!
En önce şunu kendimize söyleyebilmeliyiz: şu an bu ihtiyacım karşılanamıyor biliyorum ama ihtiyacım olan şey yakınlık ve güvenli ilişkiler yumağı. Şuan gideremediğim bu ihtiyacım beni üzüyor ama bu ihtiyacımın farkındayım diyebildiğimiz anda çözüme dair büyük bir adım atmış oluyoruz zaten. Sonrasında ise bu süreçte en çok kendimize karşı dürüst ve anlayışlı olmamız gerek. Biz kendimizle barışınca hayat da bizimle barışır.
Sözün özü, bize öyle değil ‘MİŞ GİBİ YAPMAK’ iyi gelmiyor. Dramatize etmeden, yok saymadan, abartmadan, tüm gerçekliği ile ihtiyaçlarımızın farkında olmak iyi geliyor. Şu an karşılanmasalar bile..
İnsan insana, insan ilişkiye muhtaçtır. Aile ilişkisi olabilir, arkadaş, eş, dost, sevgili, iş ilişkileri olabilir bunlar...
Son olarak şu duayı hatırlatmak isterim, 'Beni kimseye muhtaç eyleme' diye dua eden birisine, Hz. Ali der ki, 'İnsan, insana muhtaçtır, beni kimseye yük eyleme diye dua et.'