Şu an öyle bir ‘yazın’ coğrafyası haline geldik ki…
Eline her kalemi alan kendini yazar ilan ediyor. Çöp yazarların ve şairlerin arasından nitelikli olanları ayıklamak çok zor.
Bu yüzden çoğu okur “ben klasiklerden şaşmam arkadaş” diyip kendi güvenli limanlarına demirlerken, bazı okurlar yeni yüzler, yeni edebi kumaşları keşfetmenin derdinde devam edip kötü eser zehirlenmesi yaşıyor.
Bazı uygulamalarda zeka pırıltısı dahi taşımayan, sadece genç kesimin ergenlik duygularına hitap eden kurgudaki kitapların özellikle aranılıp büyük yayınevlerince basılması ve gençler için zihinsel kitle imha araçlarına döndürmesi kadar korkunç ne olabilir?
“Ali Ata Bak” cümlesini öğrenir öğrenmez kitap yazılmaz.
Sadece cümleleri özne + yüklem şeklinde sıralayabiliyorsunuz diye kendinizi Dostoyevski ilan edemezsiniz!
Edebiyat çok okuma, çok emek ister.
Çokça eleştiriye maruz kalmak ister.
Ata erkil aşk hikayelerinin, gençler arasındaki vasat çekişmelerinin cereyan ettiği kurgular, diyaloglar genç zihinleri aşağı çekiyor. Dimağların daha aydınlık şekilde fikren inşa edilmesi gereken dönemlerinde kendilerini kalın ve ağdalı tabakayla sarmalanmış içi karanlık bir zar içinde buluyorlar.
Ucuz kurgulara sürekli maruz kalmak bu kadar mı etkiler?
Evet bu kadar çok etkiler!
Dereleri, denizleri, toprakları kirlettiğimiz gibi kitapları, edebiyatı, fikirlerimizi bulandırdılar.
Kötü edebiyat öyle bir noktaya geldi ki…
Kelimeleri ölü doğmuş vasıfsız yazarlar,
Büyük şairlerin kemiklerini titreten merdiven altı şairlerden uyduruk bir edebi çağın içinde dalgalanıyoruz.
Edebiyat ana rahmi gibidir. Sadece gerçek evlatlarına sahip çıkar!