İnsan ne zaman kendi suretine ihtiyaç duydu dersiniz?
Ya da şu an dekorasyondan çeşitli ihtiyaç alanlarına, otomobil aynalarından, mağazalardaki kabin aynalarına kadar o büyülü, gümüş ve ya alüminyumla kaplı cam bize hangi dünyaların kapılarını açtı?
Farsçası âyîne, Türkçesi gözgü, Arapçası mir’ât ‘tır bu sırlı akisin.
Tarihteki ilk aynalar volkanik patlamalardan sonra lavların soğumasıyla ortaya çıkan obsidyen taşının bir yanının pürüzsüzleştirilip akis yaratır hale getirilmesiyle ortaya çıktı. Dünyanı en eski aynası 8000 yaşında ve ODTÜ Bilim ve Teknoloji müzesinde bulunuyor. İmkanınız olursa gidin ve o karanlık materyalin parlayan yüzeyinden yansıyan tarihi görün. Sonra insanın suretine olan algısı nasıl bir zaman aşımına uğradı bir düşünün.
Her zaman düşünürüm.
İlk aynayı icad eden,
Aynaya bakan ilk insanın düşüncesini.
Suya yansıyan dalgalı ve ıslak yansımasıyla yetinmeyip bir mucize gibi bir akiste yansıyan yüzünü yanında taşımak isteyen o insan şu an tüm insanların hayatını değiştirdi!
Aynaya her sabah baktığında kendi uzuvlarında hata bulan. Modern güzellik algısını dönemleştiren. Çirkinlik kavramını daha görünür kılan: ayna.
“Ayna, ayna!
Söyle bana var mı benden güzeli dünyada!” diye masallara sızıp aynadan aldığı cevapla üvey kızını öldürtmeye avcılar yollayan kraliçeler yaratan, edebiyattan, felsefeye kadar yaygın bir metaforla kendine şiirlerde, deyimlerde, düşüncelerde yer bulan. Hatta evimizin her köşesinde mobilyalarımıza monte edilmiş bir kadim gerçeklikle bize bizim karanlık yönlerimizin aksini tek karede inşa eden bu sırlanmış cam bize mutsuzluğun kadim kehaneti gibi görünür.
Tarihte bireysel mutsuzluğun kronikleşmesi aynalarla başlar derim ben.
Ayna sürekli olarak kendini düzelt der.
Ayna sürekli olarak kendinden beslen der.
O yüzden kendisi mutsuz insan figürü yaratarak kozmetik ve estetik hizmetlerine en iyi müşteriyi sağlayan danışmandır ayna.
Aynaların üstünü örtün.
Ve kendi içinize dönün.
Orada bir yerlerde sıkışıp kalan ruhunuza temenna bekleyen kırıntılar bulunmakta.