Uzun kış ayları boyunca Kayseri’de bulunan birkaç pastane ve fakülte kantinleri dışında zaman geçirecek çok az yer vardı. Eğer sanat ile ilgileniyorsanız Halk Eğitim Merkezi, Belediye Konservatuvarı, spor yapıyorsanız üniversitenin ve spor müdürlüğünün spor salonları vardı. Kış bitene kadar sanat dallarında konser ya da gösteri için hazırlıklar tamamlanır ve ilkbaharın başında Kayserili halka sunulurdu. O dönemde var olan birkaç gazete acar muhabirlerini gönderir, vali belediye başkanı bu gösterileri izler ve övgü dolu sözler söylenirdi. Bu gösterilerin aktörleri, aktrisleri, solistleri Kayseri sokaklarında bütün ilkbahar boyunca bir büyük sanatçı havası ile gezerlerdi. İlkbaharın bitişine yakın serin rüzgarların kon göç bulutların yerini sıcak ve güneşli havalar alırdı.
Önce kışın kar kokusu sonra yağmurlar ardından güneş varken ısındığınız, yokken içinizin ürperdiği akasya, bellenmiş toprak ve çiçek kokan o birkaç ay biter, Kayseri eski bir ana evi gibi çocuklardan yana öksüzleşirdi. Kayseri’nin yerlileri Hisarcık ya da Talas’tan bağ evlerine göçerler. Çocuk gürültüleri, gelinlerin kaynanaların evler arası sohbetleri geceye karışan ud ve kanun sesleri, babalardan saklanarak içilen sigaralar, anason kokuları, hacı dedelerin imalı bakışları, hacı ninelerin şikayetleri ile sürüp giden bir koşturmacaydı bağ hayatı.
Kayseri’lerin bağa göçüşünün ardından kalabalığı azalan şehir öğrencilerinin de memleketlerine gitmesi ile yalnızlaşır aylar sürecek bir sessizliğe bürünürdü. Üniversitenin kantinleri boşalır, ağaç altında birkaç kaçamak sevgili dışında oturan kalmaz, acil önünde için için ağlayan hasta yakınları ve üniversite çalışanları dışında otobüsler dolmuşlar tek tek yolcu ile kalkardı. Sınavları bütünlemeleri olan öğrenciler ya hiç gidemez memleketlerine ya da gider hemen dönerlerdi. Tam Kayseri’yi tanıma anlarıydı o aylar.
O sene hem tiyatro nedeniyle hem de bir türlü karar verilemeyen ders geçme kuralları nedeniyle bizim sınıfın yarıya yakını kayseride kalmıştık. İzmir’i çok özlemiştim ama ilk defa yazı burada geçirecektim. Hunat camiinin önünde Mahmut ile karşılaştım. “Ağam gitmedin mi sen?” Dedi. Mahmut tiyatrodan arkadaşım ve sırdaşımdı. “Yok ya bu sene buradayım, bu sene Kayseri’yi fethetmeyi düşünüyorum” dedim. Gülüştük. “Ağam akşam gelirim konuşuruz” dedi. Okul otobüsüne doğru yürüdüm o koşarak PTT nin arkasındaki köy dolmuşlarına gitti.
O akşam Mahmut ile bir Kayseri gezi proğramı planladık. Sabah uyandım. Oturduğum apartmandan çıktım. Gün ağarmıştı dışarıda güneş yeni ısıtıyordu sokağı. Üşengeç kediler sabah mahmurluğunda, çıraklar dükkanların önünü süpürüyordu. Meydana yakındı evim merdivenleri iner inmez kalabalığa karışırdınız. Yürüdüm bir süre. Şehrin ana caddesinin ortasında Atatürk heykeli, arkasında PTT binası, önünde yeraltı çarşısı, surlar, surların aralarında dükkanlar ve kapalı çarşı. PTT nin arkasında köy dolmuşları, nalburlar soğan patates satıcıları, çek çekler üstünde sigaralarını içen hamallar. Gülüşmeler kaba hareketler ile kavga eden erişkin çıraklar.
Surların arasından geçtim. Kapalı çarşının büyük kapısı karşıladı beni. Serin baharat kokulu taş bir avlu karşıladı beni. Sağlı sollu dükkanlar çiçekli basmalar tül işleri, halı dükkanları, pastırma satıcıları, yüksek sesle satış yapmaya çalışan ayakkabıcılar, soğuk su satan çocuklar. Büyülenmiştim. Koku, neşe ve hayata dair bir koşturmaca. Uzun süre dolaştım serin koridorlarda, kokuyla sarhoş olmuştum. Kuyumcu dükkanları ışıl ışıldı. Sevmem ben kuyumcu dükkanlarını o ışıltılı takılar ilgimi çekmez. Ama halıları seyretmekten hoşlanırım. İpek bir halı çekti halı dükkanında dikkatimi. Bir kelebek, ince kanatlarında taşlar ve ışıklar içinde bir güneş vardı halının üstünde. Seyrederken sırtıma dokunan bir el ile irkildim. “Abi beğendin değil mi? Al sevgiline” dedi. Güldüm “yok ki sevgilim” dedim. “Vardır abi sen tiyatrocusun mutlak vardır.” Dedi. “ evet tiyatro yapıyorum. İzledin beni galiba” dedim. Heyecanlandı hızla konuşmaya başlayınca birden kelimeler takıldı dudaklarında. Kekelemeye başlayınca sustu. Üzülmüştüm bir süre bakıştık. “Tiyatro yaparsan geçer Tiyatro yaparsan geçer biliyomusun?” dedim. “Biliyorum abi ama cesaret edemedim bir türlü. Utanıyorum birazda” dedi. İçeri buyur etti. Oturduk. Uzun süre konuştuk. Hayallerini anlattı modern meddah olmak istediğini, tiyatroyu çok sevdiğini. Zamanı unutmuşuz. Müsaade istedim. “Abi bu cumartesi bağ evinde toplanacağız Mahmut abi de Yusuf’ta gelecek gelirsen sende çok sevinirim” dedi.
O cumartesi serin bir hacılar havasında küçük ve viran bir bağ evinde toplandık. Saz ve ud vardı masada. Güzel bir fırın ağzı ve masada rakı.Mahmut ve Çetin de gelmişti. Yenildi, içildi. Herkes hayallerini anlattı, kederli şarkılar söyledik, gözlerimiz doldu. Sarhoş kelimeleri, anlamsız kırgınlıklar kahkahalar. O serin akşamda meğer ne kadar çok sanatçı yüreği varmış, ne kadar kolaymış sanatçı dostluğu.
Yıllar sonra televizyon kanallarında bir kekeçoğlan gördüm. Hayallerinin peşinden koşuyordu. Hacılarda ki o bağ evinde yaşanılan sohbeti hatırladım. Mekanlar değişiyor hayat akıp gidiyor ama geçmiş ve o geçmişte yaşanan güzel günler bir madalyon gibi yüreklerimizde asılıp kalıyor. Hayallerinin peşinden giden insanlar asla kaybetmiyor.
Çok güzeldi
Nasıl güzel bir anlatım. Okurken yaşıyor gibi. Tebrikler teyze oğlu.
Kayseri’nin o günki yaşamını çok keyifle okudum. Yüreğinize sağlık. Tebrik ederim.
Teşekkür ederim
Sevgili arkadaşım süpersin edebiyat yönünü ben geç anladım aynı okulda ve mahallede olmamıza rağmen
Hani derler ya; "hayal kurarken hiçbir masraftan kaçınmayacaksın" diye, en iyisini dilemek lazımmış hep.. Özlemle karışık ne hoş bir anı, emeğinize sağlık arkadaşım..
Teşekkür ederim
Sen Kayseri'yi anlattıkça..Çocukluğumun Geçtiği Düvenönündeki Şemşamer Sattığımız Günleri ve Mehmet Karamancı İlkokulumu Hatırlıyorum... Kalemine Sağlık Kardeşim.
Teşekkür ederim canım arkadaşım