(Orta yaşlı bir adam oğluna bakıyordu. Elinde acıların yalnızlığı. Uzakta gemilerin isli dumanları, sokak satıcıları, mahalle kızlarının kahkahaları. Kordonda saçlarını havalandıran imbat rüzgarı. Yanındaki oğlu, elinde misina, sağ bacağında metal eklemli bir ortopedik ayakkabı. Orta yaşlı adam, için için ağlıyordu gemi sirenlerinin gürültüsünde. Balık avlamak bahane hayatı ve acıyı tadıyorlardı. Adam oğlundan çok yılların kaderine ağlıyordu.)
O karanlık ve soğuk şehiri terkedip Anadolu’da bir sakin kasabaya yerleştiler. Kasabanın sokakları rutubet ama çokça meyve kokardı. Köşe başlarında nazlı nazlı akan mahalle çeşmeleri, yalağından su içen mahallenin köpekleri, miskin güneşlenmelerinde kediler, ahşap çatılı küçük konaklar, konakların dar birinci kat sundurmalarında yağ tenekelerine dikilmiş begonyalar, güller. Eğri ve bulacalı kesilmiş yer yer çatlamış camlardan sarkan ipe tutturulmuş sinek raketleri, duvarların rutubetinden kaçan arı vızıltıları. Mutfaklarda tel sepetlerden çıkarılıp pişirilen eve ve sokağa yayılan yemek kokuları, Caminin minaresinden yankılanan ezan, suskun ve sessiz akşamlar. Bir kaç yıl oturdukları bu dar sokaklı mahallede doğdu kız kardeşi. O sabahı iyi hatırlıyordu. Mayıs ayı, dışarıda yağmurlu soğuk bir hava. Ahşap merdivende gıcırtılı bir koşturmaca, Odanın ortasında kurulu sobanın üzerinde sıcak su. Ebe kadının gürültülü telkinleri. Ani bir sessizlik, ardından çığlık çığlığa bir çocuk ağlaması. O akşam evde bir mutluluk, adam kızını kucağına almış uzun uzun koklamıştı.
Yilları o küçük kasabada geçti. O mahalledeki konaktan derenin kenarındaki apartmana taşındılar. Kocaman kömürlükleri olan okulun yanındaki o apartmanda yağlı kağıtlar el kesimi kartonlar ile Karagöz ve Hacivat oynattı çocuk. Boynuna taktığı meyve kokulu silgi siyah önlük ve beyaz yaka ile ilkokula başladı. Adam bir askeri depoda çalışıyordu. Kışları çok soğuk olurdu oraların. Adam asker donmasın diye nöbetlerinde sabaha kadar uyumaz ve şişmiş gözler ile gelirdi eve. Kadın yorgun adamın sevdiği yemekleri yapardı, bir kadehte rakı. Çocuk mahallelerin koştu, derelerinde yıkandı bu kasabanın büyüdü, okula başladı.Okulun ikinci yılında askeri gazinonun arka tarafında serilmiş bir yatakta o gün ağzına sokulan bir lokum ile sünnet oldu oğlan. Annesi ve babası Nacar bir saat taktılar koluna. Almanya’dan gelen bir kadın iki kare renkli fotoğraf çekti. O ilk renkli fotoğrafı ve o Nacar saati hiç unutmadı çocuk ve adam.
Hep sağ ayağı arkada kalırdı çocuğun. Bu nedenle belki hiç bandoya seçilmedi. Kortejlerde hiç önlerde yürümedi. O şefkatli kasabada bunu hissettirmeselerde yaş büyüdükçe bir tedavi zamanının geldiğini biliyordu adam ve kadın. O yaz babası ile birlikte bir uzun yolculuk ile Ankara’ya geldiler. Akşama kadar bir büyük hastanede sıralarını bekleyip muayene oldular. O akşam orduevinin çivit kokulu yastıklarında uyudular. Orada ilk kez televizyonu gördü çocuk. Bir göl kenarında uzun lapiska saçları ile yürüyen bir kadın, bir şampuan reklamı. Çocuk yıllar boyunca hep bu reklamın etkisi ile hiç bilmediği bir şampuanın kokusunu hayal etti. Orduevi bir futbol sahasına bakardı. Üstlerinde rengarenk formaları ile antreman yapan futbolcuları seyrederdi çocuk. Hafta sonu seyircili maçla zaman geçirirdi, gecesinde bembeyaz elbisesi ile bir kadın “mavi boncuk” şarkısı ile sahne alırdı. Adam işte o akşamlarda bir kadeh rakı içer kenarda köşede için için ağlardı.Bir haftalık bu maceranın devamında kadın geldi Ankara’ya. Çocuk ameliyat oldu. Kadın oğlunun yanında günlerce bir tahta sandalyede uyudu. Ateşler, ağrılar, acılı günler. Sonra o kasabaya dönüş. Adam bu gidiş ve gelişin kolay olmadığını anlayınca tayin istedi Ankara’ya taşındılar.
Çocuk kasabanın dar sokaklarında eşşek sırtında yapılan yolculukları, yuvarlak yüzlü öğretmeninin öğrettiği şiirleri hiç unutmadı. Bayramları, küçük camekanlı dükkanları, ayağına zor bulduğu iskarpinleri hiç unutmadı. Ankara hep acı ve ameliyat demekti çocuk için. Ortaokulu okudu, sık sık ameliyat oldu. Okulu hep çok sevdi. Çünkü okul varsa ameliyat yoktu çocuk için. O kadar çok ameliyat oldu ki çocuk, büyük rastlantılar girdi hayatına. Mesela eğer o gün öksürük nedeniyle ameliyatı ertelenmese belkide yaşamıyor olacaktı. Hastanede ciddi bir teknik sorun çıkmış, ameliyatta bir çok hasta hayatını kaybetmişti. Güzel şeylerde oldu tabi ki ankara’da şehire uzak, adamın çalıştığı hastaneye yakın apartman dairesinde; dışarıda kocaman bir anten, evin baş köşesinde kurulu national televizyon ile rüyalarına kavuştu çocuk. Bir sabah mehter marşları. Kıbrıs harekatı başlamıştı. National televizyondan seyretmişti. Sonra ameliyat olduğu hastanenin koğuşlarında ölümü bekleyen askerleri gördü hüzün ile. Savaşın acı bir şey olduğunu gözlerinin içine bakarak şehit olan askerleri gördükçe anladı. Yüreğine oturdu hiç çıkmadı oradan.
Son ameliyattan sonra ayağında metal eklemli bir ayakkabı ile İzmir’e taşındılar. Adam emekli olmuştu. Şehrin varoşlarından birinde borcu çok bir daire almışlardı. O birkaç yıl yokluk ile geçti. O yokluktan iyi bir liseye yazılamadı çocuk, ama bunu hiç sorun etmedi. Adam küçük bir dükkandan kazandığı ile baktı aileye. Yıllar geçti. O yıllar anarşi yilları. Kadın büyüyen oğlu her geç kaldığında eve nefesini tutup bekledi. Oğlan o sene tıp fakültesini kazandığında adam ve kadın sarılıp uzun uzun ağladılar sessizce.
Bavulunu hazırlamıştı anası çocuğun. Çocuk babasına baktı uzun uzun. Deniz kıyısına indiler adam ile çocuk. Çocuk babasının çayını yudumlamasını bekledi. Bir pasaport kahvesinden denizi seyrettiler. Çocuk İzmir’de ilk sahile indikleri günü hatırlattı adama. Ayağında metal eklemli bir ayakkabı. Kemeraltı girişinden yem alıp, kordonda balık avlamaya gelmişlerdi. Adam uzun uzun ağlamıştı. Çocuk uzun uzun susmuştu. Akşam olana kadar adamın gözyaşları misinaya su olmuştu. İşte çocuk o günü hatırlattı babasına. “Bitti baba “ dedi. Sadece denize baktı uzun uzun. Babası susuyordu çocuk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Akşam oldu, çocuk kalktı. “ evet baba” dedi “artık hayatı değiştirme zamanı. Hep sen değiştirdin, hep sen koşturdun. Şimdi sıra bende. Topallığıma takılma. Senin çaban ile yendik onu bu güne kadar bundan sonra da yeneriz.”. İzmirde gün kararmıştı. Martılar uçuyordu başlarının üzerinden. Karşıyaka vapuru sirenlerini çalıyordu. Dolmuş muavinleri gürültülü müşteri kavgasında. Adam İstanbul’u hatırladı. Boğazı, martı çığlıklarını, hayatı ve acılarını. Derin bir soluk aldı. Oğlunun koluna girdi. İzmir geceden yanıyordu.
Bir solukta okudum. Kaleminize sağlık
Teşekkür ederim
Harika bir hikaye olmuş.yüreğinize sağlık
Teşekkür ederim
Yine bir solukta ve zevkle okuduğum güzel yazilarinizdan biri .... Kaleminize yüreğinize sağlık ????
Teşekkür ederim
Nefesimi tutarak okudum. Teşekkürler…
Teşekkür ederim