( yalnız yola çıkılan bir düş öyküsü, bir hayat mücadelesi.)
Kışları ağaç dallarının çılgın gürültüleri, derenin taşan çağırtırları ile geçen o küçük kasabada doğmuştu. Dar mahalleleri, taş döşeli iki kişilik yolları, birkaç esnafı ve bir hanı ile küçük bir kasaba. Bir derenin kenarında çukurunda bir yeşil toprak. Cumbalı evleri, derin serin kilerleri, dut kokan sokakları ile bir kasaba. Babası kumaş ustasıydı. Kendini bildiği yaşta bile keskin boya kokan iplikler, gergiye, çözgüye çekilmiş ekşi pamuk kokusu. Gece yarılarına kadar tahta gıcırtıları pedal sesleri, sigara molaları, gaz lambasının ışığında kurulan hayalleri olmuştu. Zor yıllardı. Atatürk henüz yaşıyordu, ikinci dünya savaşı başlamamıştı doğduğunda. Birkaç yıl sonra babası ustalığı bıraktı. Sıtma yılları. Çocuk haftalarca sıtmadan ateşlendi, sayıkladı hayalinde canavarlar gülyabaniler gördü. Ateşin en çok olduğu zamanlarda havai fişekler görürdü rüyasında, patlamalar ve çığlıklar ile uyanırdı uykusundan. Çok yıllar sonra bile her ateşlendiğinde bu havai fişekleri gördü. Çok çocuk, çok adam öldü sıtmadan o ölmedi. Yağmurlu ilkbaharlar, sel basan kışlar, pekmez yapılan güz dönümleri gördü. Kışın bir adam boyu yağınca kar, çatıda kar kürerdi, yaz olunca beslediği hayvanları götürürdü satmaya. İlkokulu zamanında bitirdi. Abisi okumamış bir terziye çırak olmuştu. Ablası erken evlenmiş kocaya kaçmıştı bir akşam. Yine bir akşam abisi sevdiği ile gelince eve, anası siper etmiş kendini, günlerce uyumadan sulh olmasını beklemişti.
Şanslı bir çocukluk nasıl tanımlanır bilmem. Sıtmayı ve kardeşinin ölümünü saymasak şanslı yaşadı. Dut mevsimlerinde soğuk pınar suyunda beklemiş dut yedi. Dere kenarındaki hazır göletlerde yüzdü, evden aşırdığı peynir ve soğan ile rüzgarlı tarlalarda, ağaç altında hayal kurdu. Haftalar boyu yapılan hazırlıkların sonunda düğünlerde kaburga pilavı sarma yedi köy seyirlik oyunlarında kahkahalar ile güldü. Geniş huzurlu cami avlularında abdest aldı, abisinin terzihanesinde etrafı süpürdü, Manuk’un tahta çivili ayakkabıları yaparken dinlediği türkülere eşlik etti. Babası ile yapılan alış verişleri eşşeğe yükledi eve taşıdı. Kışlık bulguru, unu kilere istifledi. Toz ve baharat kokan biraz ekşi biraz acı havası vardı toptancı depolarının. Kalın sakalları ve içten gülüşleri ile hamalların iteklediği sokaklarda terleyerek çalıştı. Bazı öğlelerde kebap yedi yanında isot. Yaz boyunca kasabanın çarşısında, derenin kenarında nefeslendi. Kış boyunca kar kürediği evin küçük camından akşamın oluşunu seyretti. Gaz lambası altında ders çalıştı. Okuduğu ders kitaplarında İstanbul’u hayal etti. İlkokul bitti kasabadaki orta okula başladı.
Taş bir binaydı okul ahşap bir kocaman kapısı vardı. İçeriye girdiğinizde bir Atatürk büstü karşılardı sizi. Sınıflar bir koridora yerleştirilmiş. Karanlık koyu renkli sınıf kapıları. Sınıfın cama uzak köşesinde döküm bir soba duvarda kara tahta. Sıralar ve camsız duvarda askılar. Cama yakın bir öğretmen masası. Cilasız kirli sıralar, yerlerde talaş, soba kenarında kömür kovası. Teneffüslerde sobaları kontrol ederdi Raif baba. Kambur tıknaz kısık sesli bir adamdı. Hiç evlenmemişti, okulun lojmanında kalırdı. Kuşları vardı. Pencere kenarlarında duvarlarda asılı kuş kafesleri. Akşam oldu mu gaz lambasını yakar, her bir kafesteki kuşlarla konuşur bakımlarını yapar geceyarılarına kadar sürerdi bu tören. Sabahın ilk ışıkları ile okulun kapısını açar, akşamdan hazırladığı sobalardaki çıraları tutuşturur, öğretmen odasındaki sobanın üzerine çaydanlığı koyardı. Duman, yanmış çıra kokusu ve çayın ekşi tadı birbirine karışırdı. Çocuk sabah erkenden gelirdi okula. Raif baba ara sıra çay verirdi. Kitaplarına gömülür dersi beklerdi.
Yıllar geçti orta okulun son senesi. Abisi kendi dükkanında elbiselerin teğellerini yaparken, anası hayvanları besler, evde ocak üzerinde çocuğun lezzetini hiç unutmadığı yemekleri pişirirken geçti yıllar. Büyümüştü boyu uzamıştı. Koşmayı çok seviyordu. Hafta sonları koşarak okulun bahçesine geliyor, kasabanın kaymakamı ve voleybolu sevenler ile saatlerce voleybol oynuyor sonra yine koşarak eve geri dönüyordu. Kaymakam orta yaşlı bir adamdı. Orta boylu kalem bıyıklı kısa saçları vardı. Lojmanından yürüyerek kaymakamlığa gelir, ceketinin iç cebinden çıkardığı ayna ile kendine bakar, bekçinin yaptığı şekersiz kahvesini höpürdeterek içer ve mesaiye başlardı. Bir büyük şehir de çalışmak hayali ile yılları Anadolu’da geçmişti. Voleybol oynamayı ve kitap okumayı saymazsak uzun yürüyüşleri ve üzerine kahve içilen yemek sonralarını da çok severdi. Çocuk karayolları şantiyesinde puantörlük yaparken ona Ankara’da yatılı okulların olduğunu da kaymakam söylemiş ve başvuruyu o yaptırmıştı. O yaz ortalarında sınav evrakı gelmişti. Bütün bir yaz hazırlık yaptı çocuk. Anası bavulunu hazırladı.
Akşam üstü binecekti otobüse. Öğleden önce kaymakamlık yazı işlerinden alınacak bir belge için gitti. Yazı işleri müdürünün kapısını çaldı. “Müdür abi belgem hazır mı?” Dedi. Müdür başını kaldırmadan “yok hazır değil yarın gel” dedi. Çocuk şaşırmıştı. “Bügün yolculuk müdür abi yetişmez ki?” Dedi. Adam cevap vermedi. Gözleri dolmuştu. Bavulu elinde pantolonunun dizinde geniş bir yama. Ayakkabısını kendi boyamıştı. Anası her şeyini temiz yıkamış, göğsünden çıkardığı biraz parayı oğluna vermiş sarılmış, koklamış yolcu etmişti. Çocuk kaymakamlığın duvarına çömeldi. Ağlıyordu. Kaymakamı görmedi. “Hayırdır Adnan ne oldu oğlum” dedi kaymakam. Çocuk ağlıyordu. “Müdür evrakımı vermiyor bugün yazamazmış” dedi. Gel hele bakalım “dedi. Odasına gittiler. Sordu her şeyi öğrendi. “Sen git yarım saat sonra gel evrak hazır olacak” dedi. Dışarıda yağmur kokusu vardı, rüzgar ağaçların dallarını savuruyordu. Çocuk yarım saat sonra geldi evrakları hazırdı müdür suratı kıpkırmızı hiç bekletmeden zarfın içine koydu verdi. Tek kelime konuşmadı çocuk. Bavulunu otobüste koltuğun yanına koydu. Yağmur başlamıştı, kasabanın ağaçları yıkanıyordu. Sokaklarda telaşlı koşturmacalar, kadınlar çamaşırları topluyordu.otobüs kasabayı terketti. Çocuk gözlerindeki yaşı sildi. Pantolonundaki yamanın üzerine koydu elini. Dışarıda yağmur yüreğinde sızı vardı. Yağmur yağıyor, yol akıyor, çocuk umutla yola bakıyordu.
Çok güzel ????
Çok güzel, teşekkürler