(Tel cambazı istiyordu ki dünya istediği gibi olsun. Bile bile aldanmaya vardırıyordu işi. Ama olmuyordu kendisi vardı. Atlıkarınca- Turgut Uyar)
Çocukluğumda serin sabahlar olarak hatırlıyorum bayramları. Birde anamın bütün gece bitirmek için uykusuz kaldığı bayram giysilerimi. Yastığımın hemen yanında dururdu ayakkabılarım. Ekşi deri ve boya kokardı. O ayakkabıları yaşadığımız küçük ilçedeki tek ayakkabıcıdan alırdı babam. Üstümüze giyilecek olanlar ise o yıllarda hazır olarak çok bulunmadığı için manifaturacıya gelen kumaşlardan dikilirdi. Anam o yılların en meşhur moda dergisi Burda’dan beğendiği pantolon yada gömleğin kalıplarını masaya serer, üzerine Milaj kağıdını koyar ve çıkardığı kalıpları kumaşın üzerine yerleştirip keserdi. Bir sürü kesilmiş kumaş parçası, teğellenmiş birleştirilmiş elbise taslakları. Sık sık prova yapardı üzerimizde. Gece yarısı biterdi dikiş. Kömür ile ısıtılan ütü ile ütülenirdi bitenler. Rutubet ve sentetik kumaş kokusu camlarda buhar olur sabahın ışıklarını sokmazdı odalara. Soluksuz bir filmi seyrederken duyulan heyecan gibiydi arefe geceleri. Sabahı iple çekerdik. Babam elektrikli davul fırını yakar, tepsilerde hazırlanmış tatlıları pişirir, üstü kızarınca çıkarırdı fırından. Anam şerbetlerini dökerdi üstlerine. Mutfak limon ve yanık şeker kokardı.
Sabah erkenden sobanın üzerindeki çaydanlığın kaynama sesi, cam bardaklarda buğu, bayram namazından dönen babamın limon kolonyası kokusu. Kurban bayramında, hızlı bir kahvaltı sonrası koşarak aşağıya inerdik. Anam elim biraz su ve bir avuç tuz verirdi. Apartmanın duvarlarına bağlanmış kurbanlıkların sesleri birbirine karışır, hüzünlü bir sabah serinliği yüzümüze vururdu. Bileylenmiş bıçakları, boyunlarına bağlanmış havluları ile kasaplar gelirdi vakit geçmeden. Törenler, okunan dualar, gözleri bağlı kurbanlıklar, gözlerini kapatan çocuklar, nasibini bekleyen kediler bir cümbüş bir cümbüş. Saatler hızla akar geçer, apartman avluları boşalır geride başıboş bir rüzgar kalırdı. Anam etleri pay eder, kardeşim ve bana bunları dağıtmak kalırdı. Babam kavurma yapar, kekik kokusu, baharat ve birazda yanık kokusu. Öğle yemeğinden önce ibadet etmenin huzuru ile gülümseyen babam, yorgun ayaklarını dinlendiren annem ceplerine paralarını koyarlar, salonda sıraya girilir ve bayramlaşılırdı. Ellerini öper ve harçlıklarımızı alırdık. Yemek sonrasında geniş bir sessizlik olurdu evde. Babam radyodan bayram şarkılarını dinler, ıslık çalarak eşlik ederdi. Postacılar evlerin zillerini çalıp, ellerinde ve çantalarındaki dolu bayram kartlarını bırakır, tatlılarını ayak üstü yer ve harçlıklarını alıp giderlerdi. Gelen tebrik kartları okunur, gülünür, hüzünlenilir, bazen kızılır ama başkalarından haber almak herkesi mutlu ederdi. Gece yorgun bedenler uykuya teslim olurdu.
Bayram kıyafetlerini giymek belkide bayramdan bile önemliydi. Günler boyunca yapılan hazırlıklar, hayal edilerek uyunulan o arefe gecesinin sabahında heyecan ile elbiseler gardroplardan çıkarılır, ayakkabılar kutularından alınır, banyo yapılır, anam her birimizi dikkatlice giydirir, sonrada karşımıza geçip büyük bir aşk ile seyrederdi. Gece uykusuzlukları, gözlere oturmuş kan, dikiş iğnesinin battığı parmak acısı akla gelmez sadece büyük bir aşk. Gururla yaptıklarını seyrederdi. Babam kravatını ve kol düğmelerini kontrol eder, karşı odadan bize bakardı. Limon kolonyası, tatlı kokusu, şekerlerin sarıldığı kağıtların hışırtısı, komşuya yapılan bol köpüklü kahve, kenarında gül lokumu. Birkaç saat sonra yeni ayakkabılar ayakları sıkar, vurur, elbiseler ütülerini kaybederdi. Bayramlara sıkışmış ziyaretler, saatlere sıkışmış iadeleri o ziyaretlerin günlerce sürer, bayramın bittiği akşam elbiseler çıkarılır, ayakkabılar kaldırılır bir sonraki bayramın gelmesini beklenirdi.
Benim bayramlarında o küçük kasabada sokaklarda atlıkarıncalar, tahterevalliler kurulur, plastik kapaklı cam şişelerde gazozlar satılır, şekerli leblebi tozu, zenci kızlı sakızlar alınır, uzun uzun duvara bakılıp o zenci kızı görülmeye çalışılırdı. Benim çocukluğumda bayramlarda rengarenk giyimli çocuklar harçlıkları ile aldıkları bilyeleri ile oynar, paraları bitene kadar atlıkarıncada zaman geçirirdi. Radyoda yurttan sesler korosu, belediye hoparlöründen bozlak, kasap havası, manili türküler. Arefeden başlayan kasabanın o tek caddesinde koşturmaca. Çöpçüler sokakları süpürür, ağaçlar elden geçirilir, sokaklar yıkanır itfaiye kamyonu ağaçları sular, boyalar yenilenirdi. Dükkanlar dolup taşar, kasabanın ahşap camekanlı dükkanlarında esnaflar spor toto bahislerini tartışır, berberlerde bayram traşları iddialar, bahisler ve bolca kahkaha ile o birkaç güzel gün geçer giderdi.
Evet Elmas gerçekten zor yılları. Ama galiba daha mutluyduk.
Evet, gerçekten en mutlu olduğum yıllardı yine de çocukluk yıllarım.
Köyde büyüdüm ben, benim hiç bayram kıyafetim olmadı öyle sevinebileceğim, yılda bir defa belki ayakkabı alınırdı, yoksa başkalarının eskilerinden, verirlerse giyerdim. Kışlık ceketim yoktu benim, örgü hırkayla geçirirdim kışı. Soğuk kuyu derdik çizme vardı plastikten ayaklarım içinde donardı. Sevgiler Koray Elmas
Teşekkür ederim
Yine çok güzel bir yazı... ❤️
????????Çok teşekkürler, şahane bir anlatım yine.Büyük özlemle andığımız eski güzel, mutlu bayramlarımız..????????
Teşekkür ederim
Kalemine yüreğine sağlık Koraycığım mutlu bayramlara götürdün ????????????
Teşekkür ederim canım arkadaşım
Kaleminize, yüreğinize sağlık. İyi Bayramlar…
Teşekkür ederim
Ne güzelmis eski bayramlar.anlatımınızda çok başarılı.doktorsunuz galib agzınıza sağlık.